Polisle aramda açmayı başardığım o küçük mesafe, yolculuğuma tek başıma devam etmemi sağladı. Yağmur sularını kıçımda hissetsem de, el titremelerim artık dayanılmaz noktaya varsa da ve ciğerlerime doldurduğum nefes içimi yaksa da bir nebze rahatlamıştım. Islak saçlarım, kırmızı Hondam ve ben aylar sonra ilk defa özgürdük. İçimde sürekli yaşayan bir canlı olan direnme duygusunu sonunda bırakmıştım. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünmekle geçen aylar, ”Ben burada mutlu muyum? Burada mutlu olmak zorunda mıyım? Burası doğru mu?” diye başlayan ve sadece sorulardan oluşan bir ansiklopedi halini alan düşüncelerim sonunda durmuştu. İşte, gidiyordum. Hızımı 150 km ye kadar indirmiş, Uyanış’ın son kasabası Gri Köy’e varmak üzereydim. Bacaklarım yorgunluktan uyuşmuş, üzerimdeki ıslaklık rahatsız edici bir yanma hissi vermeye başlamıştı.
Gri Köy’ün ilk evlerini gördüğümde durmayı düşündüm. Belki sıcak giysiler, sıcak bir kahve… Amerikan filminde yaşasaydım, beni dostça karşılayacak bir ev sahibine konuk olabilirdim.
Fakat hem, Rehber, şimdiye kadar her yerde iletişim ağını harekete geçirmiş olmalıydı hem de sokağa çıkma kapsamına giren saatlerde bir motosiklet sesi ilgi odağı olmak için yeterdi. Bu iç karartıcı köyden olabildiğince sakince geçip gitmeliydim. Korunaklılar ve Uyanış arasında kalan bu talihsiz köy, içerisindeki bir dizi garip sakiniyle senelerdir olay çıkarmadan varlığını sürdürüyordu. Sprit’i kaldıramayıp akli dengelerini kaybeden Korunaklı zihinler ve Uyanış yönetiminden emekli olmayı arzu eden (!) yöneticilerin konakladığı bu yer, her iki alanla da barış sağlamış ve olay çıkarmama sözüne karşılık dokunulmazlık kazanmıştı. Zaten Gri Köy’ün misafir sevdiğini de söyleyemezdiniz!
Gri Köy’ü arkamda bıraktıktan sonra hızımı biraz daha arttırırsam birkaç saate Korunaklılar sınırında olabilirdim. Etrafta hiçbir hareketlilik olmadığına göre sokağa çıkma yasağı saatleri devam ediyor olmalıydı ve bu da benim için iyi haberdi! Eve dönüş yolunda sona yaklaşıyordum.
Önce nefesim kesildi. Yorgunluktan olduğunu düşündüğüm birkaç saniye sonra anladım ki boğazımda gerçekten bir basınç vardı. Boğazıma yapışan engelden kaçmak isteğiyle motora gaz verdim. Görünmez bir engeli geçmeye çalıştıkça nefesim kesiliyordu. Başımı sanki daha rahat nefes alabilirmişim gibi hafifçe yukarı doğru kaldırdım ve sol elimle boğazımdaki görünmez engeli tutmaya çalıştım. Ne lan bu!
Misina ipi boğazımı kesmeye çalışıyor, ben gaz verdikçe motosikletin dengesini kaybediyordu. Yolun bir tarafından diğer tarafına gerilmiş, bıçak keskinliğindeki misina ipini aşmaya çalışıyordum.
Ben yere kapaklanırken, kırmızı Hondam bir süre yoluna devam etti ve o da büyük bir gürültüyle yere devrildi.