İnsan bir kere doğmuyor, bir kere ölmüyor. ‘Bir insanın ölmesinin birden fazla yolu var’ Salondan çıkıp odama geçene kadar sadece bu cümle yankılanıyor kafamda. Her adımda daha da yükseliyor sesi. Ölüme yürümek böyle bir şey sanırım. Oysa ki ne kadar huzurlu zannederdim bu yürüyüşü. Düşünceler beynime bedenime hücum ederken yavaşça odamın kapısını açıyorum. Sabah kalktığım yatak toplu. Kahvaltıdan sonra kendim toplamıştım. Üzerinde oyuncak ayım yatıyor. Yıllar önce doğum günümde babamın hediye ettiği o ayıcık. Yıllara, anılara meydan okurcasına gözleri üzerimde, beni bekliyor. İçeri girip kapıyı kilitliyorum arkamdan. Salondakilerin sesi uğultu halinde kalıyor kapının arkasında.
Yatağıma doğru yürüyorum. Her gün dağınık bıraktığım yatak bugün toplu. Sırf insanların içeri girip dağınık görme olasılığını ortadan kaldırmak için. Ne kadar da kafamın içerisindeki dağınıklığa benziyor. Tüm düşünceler dağınıkken; insanlar etrafıma toplanınca taktığım maske ile tüm dağınıklığı topladığım o zihnimin içine. Derin nefes alıp benzerliği çekiyırum içime, insan ölüm için en rahat yeri aramıyor, yada bir anlamı olsun diye düşünmüyor. Sadece ölüyor, Sadece bedenini bırakacak bir yer arıyor. Sırtüstü uzanıyorum yatağıma. Oyuncak ayımı usulca yere bırakıyorum. Beni görmemesi için diğer yöne döndürüyorum. Böyle bir şeye o da şahit olmasın. Ellerimi göbeğimin üzerinde kenetleyip tavanı izliyorum. Kaç gece bu tavana bakarak ağladığımı, kaç gece bu tavana bakarak nefessiz kaldığımı, kaç kere bu tavana bakarak bomboş durduğumu düşünüyorum. İnsanlar çok büyük yaralar almış kişilerin kendi hayatına son vereceğini düşünüyor. Yanlış. Acının boyutu olmuyor, yaranın büyüğü küçüğü olmuyor. Artık yara bandının işe yaramadığını bilenler istiyor Sonu. İnsanlar büyük korkuları olan kişilerin kendi hayatına son vereceğini düşünüyor. Yanlış. Ne kadar korkarlarsa korksunlar ne kadar önlem alırsa alsınlar işe yaramayacağını, canavarın her seferinde orada onu beklediğini bilenler istiyor bitişi. İnsanlar gücü kalmayan kişilerin kendi hayatına son vereceğini düşünüyor. Yanlış. Gücü kalsa da sürekli çabalasa da hiçbir şeyin değişmediğini görenler istiyor yenilmeyi. Bir anda karar vermiyor insan ölmeye. Hiçbir zaman tek bir olay bahane olmuyor. Bahaneye ihtiyacı olmuyor. Hayalleri biten insanlar da istemiyor bu kadar bitirmeyi. Gerçek olmayacak hayallerin peşinden de koşmak değil sorun, hayaller gerçekleşse bile farketmeyeceği fikri kalbini sarmalamaya başlaması. İnsan işte bu zaman vazgeçiyor; Farketmeyecek eşiğinde. Ölümünün nedeni asla diğer insanlar olmuyor. Ölümün tek nedeni o Canavar oluyor. Sen oluyorsun.
Tüm bunlar kafamın içinde yankılanırken yavaşça elime alıyorum kalemimi, gözlerim tavanın soğukluğunda, sol kolumu boylu boyunca kesiyorum. Ölüm huzurlu bir şey değil, özellikle bu aşaması. İnsanın canı yanıyor. Bağırmamak için dudağını ısırıyorum. Kalbimin sızısı yanında hafif de kalsa; acı yine de acıdır. Gözlerim koluma kayıyor usulca. Tüm sevdiklerim, içimde biriken umutlar; usul usul akıyor mezara. Her biri gittiğinde daha da yanıyor canım. Soğuyorum. Ağzıma kan tadı gelmeye başlıyor. Dudağımın acısı en hafifi. Sanıldığı gibi hayat film şeridi gibi gözünüzün önünden geçmiyor. Acıdan başka hiçbir şey düşünemiyorsunuz çünkü. Sadece kolunuzdan akan sevdiklerinizin ısısının yakışı kalıyor geriye. Her biri gtiiğinde nasıl üşüdüğünüzün sızısı. Acı bir an önce geçsin diye beklemiyorsunuz. İlk kez acıya izin veriyorsunuz. Üşümeyi kabulleniyorsunuz. Son parça aktığında mezara, kolunuz buz kesiyor, tüm vücudunuza bir titreme geliyor. Gidenlerin yasını tutamıyorsunuz. Gözünüzden bir damla bile yaş akmıyor. Sadece durup diğer aşamaya geçmeniz gerektiğini böyle anlıyorsunuz. Kalemi diğer elime alıyorum. Acıyı bir kere tadınca insanın cesareti kırılıyor diye düşünsem de pes edemeyeceğimi anlıorum. Artık çok geç.
Bunu bilerek sağ kolumu boylu boyunca kesiyorum. Acıyla yine çığlık atıyorum boğazımdan. Sol kolum uyuşmuş olmasa yorganı tırmalayacağımı biliyorum. Tüm sevmediklerim içimde biriken korkular hızlıca akıyor ateşin üzerine. Yanışlarını izliyorum. Çoğu düşmemek için tırmalıyor kolumu ama yine de yanıyor alevlerin içinde. Bu size zafer duygusu yaşatmıyor. Ölüm böyle bir şey, başka kimin canının yandığı umrunuzda olmuyor. Her biri düştüğünde kolunuz his hakimiyetini kaybediyor. Son korku da aktığında kolunuzda gezen karıncalar da duruyor ve kolunuz koca bir hiçliğe dönüşüyor. Buz kesen diğer kolunuza dönüşüyor.
Dinlenme zamanınızın geldiğini o zaman anlıyorsunuz. Son bir aşama kalıyor geriye. En zoru. Bu yüzden insan o an dinlenmek istiyor. Kafamda çalan müziğe odaklandım ben. Daha önce duyduğum hiçbir melodiye benzemiyor, sözleri yok. Ölüm müziği böyle oluyor demek ki. Sizde hiçbir his uyandırmıyor yada sizi uyutmuyor. Öylece çalıyor sadece. Size dinlemek kalıyor. Ne toprağa düşen sevdiklerinizi, ne ateşe düşen korkularınızı düşünmeye zamanınız olmuyor. Koca bir hiçlikle sadece tavan ile aynı ısıya gelen kollarınızın kaybettiği his hakimiyetini kazanmasını bekliyorsunuz. Müzik susmaya başladığında son aşama için gücünüz yerine geliyor. Yatakta yavaşça doğruluyorum. Bağdaş kurup oturuyorum. Son aşamaya gelmek düşünüldüğü gibi rahatlık hissi vermiyor. Canınızın diğerlerinden daha çok yanacağınızın bilincindesiniz. İşin tek güzel yanı, bunun bilincinde olmak sizi durdurmuyor. Son vermenin hazzını hiçbir acı kesemiyor çünkü. Aynı kollarım gibi, tüm bedenim his hakimiyetini kaybedecek. Hislerini kaybedecek, hislerimi kaybedeceğim. Bunu bilerek son kez kalemi alıyorum elime. Aldığım en derin nefesi alıp gözlerimi sımsıkı kapatıyorum. Kalbime saplanıyor kalemin en sivri kısımları. Hissiz kollarımdan bu kadar güç alacağımı düşünmezdim. Acı tarif edilemez. Her yeriniz cam kırıkları ile kaplansa, etinizin üzerinde sıcak demir gezinse canınız böyle yanamaz. Bu acı karşısında yapacak hiçbir şeyiniz yok. Kendini öldüren insanların cehenemme gideceği söylenir. Yanlış. Cehennem denilen şey son aşama. Kalemin her parçası kalbimi delerken, parçalarken; daha önce kaç kere böyle parçalandığımı düşünüyorum.
Ölürken beyaz ışık göreceğimi zannederdim. Oysa ki bir kapı aralanıyor karşınızda, kalbinizde kendinizi öldürdüğünüz alet hâlâ dururken. Burası cehennem değil. Hiçbir yerde ateşler acı çeken insanlar yok. Ateş kırmızısı değil hiçbir yer. İçeride renk yok. Duygu yok. Her şey loş. İnsanlar bağırmıyor. Herkes sessiz. Sadece kapı açıldığında size dönüyor hepsi bir anda. Hepsinin gözlerinde aynı şeyi görüyorsunuz; Kendinizi. Kısa bir bakışma sonrası herkes kendi haline geri dönüyor. Siz etrafı inceleyebiliyorsunuz. Burada park olacağı hiç aklıma gelmezdi. Sallanan çocuklara bakıyorum usulca. Kendi çocukluğum işte o zaman çarpıyor gözüme. Sol kolumdan akarken ölüm hakkında ne düşünüyor diye hiç sormadım. Şimdi de sormayacağım. İnsan kendi çocukluklarını öldürüp buraya yolluyor demek ki. Parktan uzaklaşırken ikiz hatta üçüz hatta beşiz insanlara -ölülere- takılıyor bakışlarım. İkizler de ölmeye beraber mi karar veriyor diye düşünürken gerçeği anlıyorum. Bunlar bir defada kurtulamayanlar. Her seferinde doğup her seferinde tekrar ölenler. Her ölen öncekinin ellerini tutuyor. Benim için bu ölümün yeterli olmasını diliyorum.
Kapının önüne doğru yürüyorum. Her adımımda kalbime saplı kalem daha çok yakıyor canımı. Her adımda bağırmamak için zor tutuyorum kendimi. Ölüme yürümeyi hep huzurlu bir şey zannederdim. Yanılmışım. En azından bu yürüyüşte ölüm meleği yoluma eşlik eder diye beklerken, bu yolu da tek başıma yürümenin verdiği ironi sadece kısık bir kahkahaya neden oluyor, saplanan kalem yüzünden etrafa saçılan kıymıklardan geliyor gibi bu kahkaha. Yaşadığım son his kırıntıları en ağırıymış meğer. Kapının tam önünde duruyorum. İçerisinin kokusunu çekiyorum derinlerime. Kokusu hiç yağmurun sesini duymamış birine yağmuru anlatmak gibi, tarif edilemez.
Ölümün cesaretle ilgisi olmuyor. Hâlâ o kalemi çıkarmak için kalbime yönelen ellerim titriyor. Titreye titreye çıkarıyorum kalbime sapladığım kalemi. Canavar o an serbest kalıyor. Kendini ölülerin arasına atıyor. Şaşkın. Geri dönmek istediğini adım gibi biliyorum. O da bana yöneliyor hemen. Üzerime hamle yapıyor. Ordan çıkamayacağını bilerek kımıldamıyorum. Aramızdaki o cama güveniyorum. Camı tek başına kıramaz. Bana ihtiyacı var. Bu size kazanmış gibi hissettirmiyor. İçeride canavarın ne kadar çırpındığını görseniz de ona acımıyorsunuz yada mutlu olmuyorsunuz. Canavar gitti. Gittim. Artık hissetmek zorunda değilsiniz, değilim. Son bir çırpınışla cama yaklaşıyor canavar. Aramızdakinin ayna değil cam olduğunu anlamak çok zor. Ayna olsa o gözlere 5 saniyeden fazla bakamam. İşte insan bu yüzden vazgeçiyor. Kendi gözlerine 5 saniyeden fazla bakamadığı için. Kapının kulubunu tutuyorum. Yavaşça kapatırken canavar kımıldamıyor. Kımıldamıyorum.
İnsan bir kere doğmuyor, bir kere ölmüyor. Bir insanın ölmesinin birden fazla yolu var. Odamın kapısının kilidini açarken ölüm arkamda kalıyor, arkamda kalıyorum. Odama bakıyorum. Sabah kalktığım yatak toplu. Kahvaltıdan sonra kendim toplamıştım. Üzerinde oyuncak ayım yatıyor. Hiçbir şeyden iz yok. Hiçkimse farkında olmayacak. Öldüğümü kimse anlamayacak. Burdayım. Üzüldüklerinde başlarını omzuma koyabilecekler. Yolda elimi tutabilecekler. Dudaklarımdan öpücük alabilecekler. Kimse kendimi öldürdüğümü bilmeyecek. Kimse bu yüzden bana kızmayacak. Bunu bilerek salona giriyorum. Herkes alkışlıyor. Kimse canavarın öldüğünü kutlamıyor. Oysa bunu kutlamamız gerekiyor. Sırıtıp masaya yaklaşıyorum. Pastanın üzerindeki mumlar onları söndürmemi bekliyor. Söndürdüğümde pastanın üzerindeki canavarın resmi netlik kazanacak. Umrumda değil. Ölüyüm. Derin bir nefes alıyorum mumları üflemek için. ‘Bir dilek tut’ diye bağırıyor salondakiler. Gülümsüyorum. Ölüler dilek tutmaz. Mumları üflüyorum. Canavarın resmi netleşiyor. Ona doğru fısıldıyorum; “Ölüm günüm kutlu olsun.”