Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) “Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması”nın 2018 yılı sonuçlarına göre, memleketimizde yoksulluk oranı, yüzde 13,9 imiş.
Bir ülkenin “yoksullaşması” ya da genel nüfus içinde yoksulların giderek artması, siyasetçiler açısından bulunmaz bir fırsattır da.
Bu duruma ülkemiz ölçeğinden bakar isek, 17 yıldır iktidarda olan AK Partinin toplumdaki yoksullaşmayı “siyaset etmede” kullandığı söylenebilir. Yoksulluk ve özgürlükler/demokrasi anlayışı arasında da yakın bir ilişki vardır. Siyasi iktidarlar; toplumda hissedilen yoksulluğun, yine toplumsal yaşamda büyük bir tahribata neden olmaması yönünde “pragmatik” veya “palyatif” önlemler alırlar.
Türkiye’de geniş ve yoksul kitleler, AK Parti’ye sağladığı bazı olanaklar dolayısıyla yönelmekte; ve siyasal tercihini yine bu partiden yana devam ettirmektedir. Yoksul ve yardıma muhtaç kesimlerin, devletin ilgili kurumlarınca korunup-gözetilmesi; nakdi yardımlar ile ayakta kalmalarının sağlanılması, seçmen ve siyasetçi açısından kısır bir döngüyü ortaya çıkarır: Seçmenler/geniş kitleler, kendilerine sağlanan nakdi ve ayni yardımların kesilmemesi için, bu yardımların kaynağı olan partiye “teveccühlerini” sürdürmek “zorunda” kalırlar/bırakılırlar…
Dünya siyasal literatürüne baktığımızda, “yoksul ülkelerde” aynı zamanda “demokrasinin” de eksik olduğu gözlemlenmektedir. Yoksulluk/yoksullaşma ve mahrumiyet; dünya üzerindeki rejim yönelimlerinde de etkin bir role sahiptir. Dikta rejimlerinin hâkim olduğu ülkelerde, ne refahtan ne de demokrasinin evrensel değerlerinden bahsedebiliriz. Otoriterleşme veya otoriterliğe kayma eğilimlerinin olduğu ülke/bölge/coğrafyalarda, ülkelerin sahip olduğu zenginlik, topluma “hakça/adilanece” tahsis edilmez. Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde petrol ve petrole dayalı bir “suni” zenginlik vaki ise de, halkın ekseriyetinin yoksul olması, medeni dünyadan kopuk bir hayat sürdürmesi, fasit bir daireyi besledikçe besler: Yoksulluk ve mahrumiyet demokrasinin ve özgürlüğün çanına ot tıkar…