Hayat garipleşti. Dinlemeyi unutuyoruz. Görmemeyi tercih ediyoruz. Anlayamıyoruz. Sessizliğin bizi rahatsız ettiğini düşünüyoruz. Garip gelmiyor mu aynı görüntülere şahit olmak? Alıştık iyice. Herkes bir kurtarıcının gelmesini bekliyor gibi. Suskunuz işte. Ne için susuyorsak? Milyonlarca insan kaybolmuş ülkenin içinde. Haberlere bakmak bile istemiyorum. Yalnızlaştık iyice ve her şeyi zorluyoruz. Para kazanmak bile zorlaştı, sağlık uzaklaştı, eğitim gerideydi, bir ayağı daha çukura düştü. Gençler mi, neden yaşamaya çalıştıklarını anlamak istemiyorlar gibi, hevesi kaçık. Hevesimizi kaçırdılar.
Tuhaf bir his. Çocukları gördüğümde nasıl bir dünyada yaşadıklarının farkında değiller. Büyüyünce her şeyin ağırlaştığını görecekler, sabah uyanmanın nedenini, sevgisizliğin vermiş olduğu boşluk hissini, aklını sürekli kurcalayan ve bitmeyen sorunlarını, yalnız ağlayışını, kalp kırıklarını, kaybetmenin vermiş olduğu o hüzün dolu düşlü bakışlarını ve geceleyin dokunan özlem. Hep özlüyor insan, istiyor ve bekliyor. Çocuklar büyüdüğünde, büyümek istemiyor. Karışık ve nasıl örnek oluyoruz çocuklara? Koruyamıyoruz. Yara dolu bir gelecek hazırlıyoruz onlara.
Bir annenin gözyaşları. Bir babanın acılı oturuşu. Kaçırıyoruz gözden, gidiyorlar elden. Sözler gibi, yaşananlarda uçup gitseydi ya. Yazık oluyor insanlara. İsraf ediliyor yaşamlar. Yıldız gibi parlayan bakışlar, örtünüyor bembeyaz kefenin gölgesiyle. Ölüm var ve akıllanmıyor kimse. Avuçlar açılmış ve çaresizliğin esen rüzgarıyla, nefes nefese kalıyoruz. Ne olurdu sanki resim defterlerin içindeki gibi olsaydı hayatlarımız, gülümseyen bir anne baba ve çocuk, rengarenk pastel boyalarıyla boyanmış o dünyayı arzuluyoruz. Güneşi hissetmek, çimenlerin üstünde uzanıp maviliğe düşmek, ağaç dallarından bize bakışlarını sunan o güzel kuşlara, ne olurdu aynı kalsaydı sarılmak, sımsıkı kucaklaşmak. Anlayabilse insanoğlu, her insanın gitmesi – katledilmesi hayallerinde ölmesidir.
Nefes almak istiyorum. Gözlerimi açamıyorum. Her şeyi duyuyorum. Çığlığı, haykırışı, morarmış el ve koldan yanan yardım isteğini – eğer gözlerimi açarsam kanın gözyaşlarıyla bulandığını, o an ruhun bedenden kaçabilse kaçacağını. Bir kadının öldürülüşünü canlandırın gözlerinizde, anlatın onlara ve hangi öfkenin, nefretin, sonradan gelen pişmanlığın bu yaşanmış anı silebileceğini sorun. Birkaç dakikalık zevk için hayatının en büyük şokunu, korkusunu, acısını ve hiçbir zaman unutamayacağı tecavüz edilen çocuğun bakışlarını gösterin onlara. Nasıl bir körlük bu? Nasıl bir karanlık? Anlatın hakimlere, anlatın ve dil dökün – nasıl serbest bırakılabilir, karanlık bir ruh? İnsanlığa lekedir bu. Karanlık bir ruh beklemelidir, yaptıklarının bedelini ağır ödemelidir. Pişmanlığıyla birlikte – ki bazen bu bile olmazken, nasıl bir adaletsizliktir bu?
Çirkinleştik. Artık bakamıyorum. Aynı göremiyorum, aynı duyamıyorum, aynı değil işte. Söylediklerimi kimse dinlemiyor. Anlamıyorlar beni. Anlayamıyorlar. Konuşamıyorum. Susuyorum bende. Susmak olgunlaştırıyor beni, çaresizce – ellerimden bir şeyin gelmeyişi çok koyuyor. Çocuk gibi olmak – çocuk gibi büyümek, çocuk ruhlu insanlar için bu dünya çirkin. Kirlettiler çünkü. Döktüler kanları toprağa, kırdılar kalpleri, kaçırdılar hevesi, boğdular gözyaşlarına ve yine güneş doğduğunda, hayat nasıl devam ediyorsa devam etti insanoğlu lağıyıyla. Doğrusunu, erdemini, her şeyini açarak uyandılar, ufak kazançların şükürüyle devam ettiler yaşamaya. Gecelerin yıldızlarına baktılar giderdiler özlemlerini, duasını ederek ve tekrar kazanacaklarını umut ederek teslim oldular. İnsan oldular ve insan kaldılar, bu insanlar söndürüyor bu yangınları. Eğer dünya dönüyorsa bu gibi insanlar olduğumuz ve kaldığımız için dönüyor…