İNSAN GÖRMEK İSTİYOR:
Bildiğiniz üzere beş duyu organımız var, beşine de eşit ölçüde değer verebiliriz, çoğu zaman veriyoruz da insan, bazı konularda tatmaktan, koklamaktan, duymaktan, dokunmaktan ziyade, görmek istiyor.
Çok sevdiği birinin yanlışını, planladığı günün erteleneceğini, hoşlandığı kişinin hayatında bir başkasının olduğunu, duymasına rağmen, görmek istiyor. Duyduklarıyla yetinmeyip, gözünün önüne kadar gelsin istiyor bütün hurafeler.
Bir nevi kendini şartlamış insanlar “Görmeden inanmam” sözünü benimsemiş, gözüyle görmek istiyor ne varsa, yoksa gerçek olduğuna inanmak istemiyor, ihtimallere sarılıp mevzubahis durumun, gerçek olmamasını temenni ediyor, belki de yalan olması için dualar ediyor kim bilir. Konu ne olursa olsun görmeden inanmam diyor, bizzat tanık olmak istiyor kuşkuyla ve acaba düşüncesiyle baktığı her şeye.
DUYULARDA ADİL DEĞİLİZ:
Biz insanlar olarak, duyu organlarımız konusunda sırf bu yüzden hiç adil değiliz, gözlerimize ekstra anlam yüklüyoruz çünkü onlar hayata açılan pencerelerimiz, ruhumuza iki beyaz yuvarlağın ortasındaki siyah çerçevenin ardındaki görselleri yansıtan, kusursuza yakın ve görüntü kalitesi açısından, muhtemelen uzun yıllar daha geçilemeyecek ölçüde ileri teknolojiye sahip iki yuvarlak top.
Anlatırken de en önemlisinin o olduğunu düşünmek mümkün, insan da sırf bu yüzden, önce görmek istiyor ya zaten. Göz gördüğünde geri kalan işlevler hallolur diye düşünüp, gördüğünü gerçek belleyip ona inanmak istiyor.
Görmekte bundan mütevellit çok önemli bir özellik, tüm canlılar için.
GÖZ VE GÖNÜL İKİLEMİ:
Bundan yıllar önce Mabel Matiz bir şarkı yayınladı, şarkı geçtiğimiz aylarda bir dizi sayesinde bir hayli popüler oldu, o şarkıda “Gözümün gördüğü, göğsümün bildiğiyle bir değil” sözü geçiyor ve bu söz düşündükçe derinleşen, derinleştikçe kendi içinde faklı anlamlara çıkan bir söz.
Bir yandan, gözle görünenin kalpte hissedilenle aynı olmadığını, kalbin, gözün bile göremediğini hissettiğini bize vurgularken, diğer taraftan tam tersi, gözüm neyi görürse gölsün göğsüm içimden geçenleri bilir sadece diyerek, görme unsurunu tümden devre dışı, etkisiz eleman sayabiliyor. İki hatta daha farklı yönü olan bir cümle.
Sırf bu cümleden yola çıkacak olursak eğer, bazı zamanlarda gözle görmenin bile yetmediğini, gözün de üzerinde yer alan altıncı bir duyu organının var olduğunu ve bu hislerin insan için, gözüyle gördüğü gerçeklerden bile daha gerçek sayıldığını anlamak mümkün.
YİNE DE İNSAN İSTİYOR İŞTE:
Diziler ve tiyatrolar, insanları gözle gördüklerine de inanmamaları, hayatta rol kavramının her noktada yer alabileceğini, günlük sıradan hayatta da rol yapan onlarca insanın olduğunu vurgulamak, bir nebze de kitle sahibi olmak adına projelerini daha bir gerçek hayata benzer şekillerde üretmeye çalışıyor olsalar da insanlar, dizi, film ve tiyatrolardaki insanların hikâyelerini bile yer yer gerçek sanabiliyorlar, onlara bağlanıp onların fan kitlesini oluşturabiliyorlar.
Gerçi bu mesele ülkemizin genelinde olan benimseme özelliğinden kaynaklanıyor. Biz bir eşyamızı, spor takımımızı ya da herhangi bir rengi de bu denli benimseyebiliyoruz, gerçek hayatta var olmayan kurgusal bir karakteri de benimsememize şaşırmamak gerek.
Gözle gördüğümüz için onun gerçek hayatta da var olan bir birey olup olmamasıyla pek ilgilenmeyip ölümüne onu savunabiliyorsak, birlikte uzun yıllar geçirdiğimiz insan da ister istemez savunma girişiminde bulunmak isteyebiliyoruz.
Peki görsek yeterli mi?
Görmek, görmek dedik, görünce bitiyor mu ki mesele?
Sorular kalıcı bir cevap buluyor mu?
Defterler kapatılıyor mu bu sayede?
Bu soruların cevabı hem hayır hem evet, zira gözle görmek bazı konulardaki merakı temelli sonlandırsa da bir kısmını açık bırakıyor, gördüğü her neyse ondan doğruları duymayı bekliyor bu kez insan, yani bir nevi teyit etmek istiyor.
Teyit edemediği ama gördüğü şeylere olan inancı ise kuvvetli bir inanç olamıyor, insan böyle zamanlarda hem görmek hem dokunmak hem hissetmek hem de duymak istiyor, bazı olaylar insanın içini öyle karıştırıyor ki insan tüm çevresinden gerçekleri duymuş olsa dahi halen daha arayışına devam ediyor, inanmak istemediği, kabullenemediği için.
Sonu olmayan arayışlar, kabullenilmeyecek olan gerçekler, yalanlarla teselli edilecek insanlar, hayatı zor yapan, insanın alametifarikası olan duyu organlarının bile yetemediği olaylar.
Kolay değil, gözünün gördüğü, göğsünün bildiği, ruhunun hissettiği bir gerçeğin, yalan olduğuna kendini inandırmak.