Covid-19 salgını sonrasına artık yavaş yavaş hazırlıklar başladı gibi…
Gerçekten de bu salgın döneminde çok zor zamanlar yaşadık.
Ütopyalar ve distopyalar arasında gittik geldik.
Tabii…
Daha henüz her şey bitmiş değil.
Toplumumuzun olması gerektiği kadarıyla aşılandığı söylenemez…
Çok özledik…
Neyi? Eskiyi. Evet, evet artık normalin yenisinin konuşulduğu dönemeçte, eskiyi özledik.
İLETİŞİM–BİLİŞİM devriminin yaşandığı çağdayız.
İster istemez yaşamlar değişiyor ve gelişiyor. Veya, perde arkasından yaşamlarımız “dönüştürülüyor”.
Dijital tabanlı bir dünya, insanlığımızı ve varlığımızı sarıp sarmaladı.
Yaşamlarımız, iletişimlerimiz, ancak “bir tık” kadar mesafede.
Evet… Medeniyet ve modernite veçhesinden bakıldığında, ilerliyoruz, mesafe katediyoruz. Tarihin derinliklerine bir çeltik daha atıyoruz.
Yaşamak, sadece “nefes almak” mıdır?
Yaşamın en erdemli varlığı olarak, insan olarak belki yaşamlarımızda çok fazla kazanımlar elde ettik.
Bilmiyorum, daha önce bahsettim mi? Değişim ve gelişmek güzel bir şey…
Ama ben nedense, şıpından tipinden değişimlere pek alışamadım.
* * *
Yaş olarak ilerlememin mi tesiri?
Bilemiyorum…
İNSANLIK; medeniyet bağlamında tekâmül ettikçe; yanisi geliştikçe, yeni teknolojik araçlar ve gereçler icat ettikçe, işte daha tahayyül dahi edilemeyecek uygulamalar hayatlarımızın sıradanlarından oluverince…
Bilmiyorum… İnsan; bazen böyle yaşamı, ardında kalanları, ileriyi, geleceği tasavvur etmeye çabalıyor…
Sorguluyor. Yaşamda tecrübe ettiği hadiseler neticesinde, duygusal tepkiler veriyor. Aslında, kendimle çok soğukkanlı ve aklıselim olmak ile övünürüm.
Son zamanlarda… Duygusallığım nedense, mantığıma galebe çalıyor…
Çok fazla duygusal tepkiler veriyorum. 40’lı yaşı aşmama rağmen, bir çocuk gibi “tepkiler” veriyorum.
Sürekli bir “ütopyalar” peşinde koşuyorum. Şu bir gerçek:
İnsan; sanırım yaşamın içinde, hayatın debdebesinde, hayhuyunda, girdabında, her türlü dolapbeygirciliğinin içinde yaş aldığını fark edemiyor.
Şu Covid-19 döneminde, fazlaca karamsar irdelemeler okuduk. Ütopyaların yerini distopyalar alır oldu.
Dediğim gibi, “robotiğin” ve “otomasyonun” pik yaptığı bir çağdayız. Yaşamın kurallarının içinden çıkılmaz karmaşıklığı karşısında âdeta, bir makinenin aparatlarının kusursuz işleyişi gibi otomatik tepkiler vermekteyiz. Soğuk ve madeni…
Bilmiyorum… Evet; çok renkli bir dönemdeyiz. Aklımızın alamayacağı işlemci kapasiteli, yine havsalamızın kâfi gelmeyeceği kadar depolamaya sahip şeylerin içinde, sıradanlaşıyoruz. Bugün, laptop’larımız da, cep telefonlarımız da yaşamı, kadrajından süzerken bin bir renk cümbüşünden geçiriyor.
Mutlu musunuz, derseniz…
Ben “geçmiş”teyim…
“Siyah beyaz” karelerdeyim.