Yine soluksuz izlediğim, çok şey de aldığım bir film oldu.
Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi, F. Scott Fitzgerald’ın 1922 yılında yayımladığı öyküden uyarlanmış, 2008 yapımı film. Yönetmeni David Fincher, senaryo yazarı ise Oscar ödüllü senarist Eric Roth’dur. Başrollerinde Brad Pitt(Benjamin) ve Cate Blanchett(Daisy) var.
Hikaye Daisy’nin ölüm döşeğinde kızına hikayesini anlatmasına ve babasının günlüğünü okumasını istemesiyle başlıyor.
Daisy kızına öncelikle yapılan bir saatin hikayesini anlatır: Kör bir saatçiden saat yapması istenir. Saatçi oğlunu savaşta kaybeder ve zamanın geri gelmesini istediği için de saatin dönüşünü ters yapar.
1.Dünya Savaşı’nın kazanıldığı gün bir çocuk doğar. Annesi ölür. Babası çocuğu alır ve kaçarken bir evin önüne bırakır. Onu bulan annesi çocuğa sahip çıkar. Ev yaşlı bakımevi gibi bir yer. Bebek de yaşlı zaten. Evet bebek yaşlı doğar. Aslında bedeni öyledir. Yaşlandığında da çocuklaşacak, bebekleşecek ve aklı da bunayacaktır. Aslında biyolojik olayları tersine işleyen bir bebek. Dolayısıyla hayatının her anında zorluklar yaşayacaktır.
Daisy ile 5 yaşındayken tanışmıştır. İkisi arasında geçen hikaye anlatılır. En sonunda Daisy ve Benjamin’in kızı olur ama Benjamin korkar eşine yük olmak ve baba olamamaktan. Terk eder- etmek zorunda kalır.
Bir gün Benjamin küçülür. Günlüğü bulunduğunda eşinin adı geçtiği için onu ararlar. Bebek Benjamin ölene kadar Daisy ona bakar. Öldüğü zaman da tersine giden saat yerini dijital saate bırakır.
Kızları Caroline babasının Benjamin olduğunu annesi ölürken öğrenir. Hayatında sadece bir kere görmüştür babasını.
Benjamin’in en zor durumu ise kendisi gençleşirken sevdiklerinin yaşlanışlarını ve ölümlerini görmek olmuştur.
Her taraf için de zorlu bir hikayeydi. Benjamin, Daisy, Caroline… Eleştiremem hiçbirini. Şunu fark ettim ki hayat cidden boş. Doğuyorsun, yaşamak için savaşıyorsun ve bir gün ölüyorsun. Yaşamı kendimiz için anlamlı kılmak önemli bence. Yoksa elde ettiğimiz her türlü başarı çok da önemli olmayacak bence. Tabi duyguları yaşamayın her an mutlu olun gibi bir şey demiyorum. Ya da her istediğinizi yapın deliler gibi eğlenin vs de demiyorum. Sadece kendinizi yormayın. İçinizden geleni yapın. Bir başkası istediği için değil. Bir önceki yazımda Elvis Presley’in menajerine bağlı olduğundan ve istediği dünya turuna çıkamadığından bahsetmiştim. Menajerinize bağlanmayın. Bağlı olun ama bağımlı olmayın!