FON MÜZİĞİ: https://youtu.be/rVjhCAEC4og
Benim naçizane sonbaharım, ne kadar çabuk geçiyor mevsimler. Ne kadar çabuk yaşıyoruz ne kadar çabuk yaşlanıyoruz.
Benim naçizane sonbaharım, ne kadar çabuk gülüyoruz ağlıyoruz her şeye. Ne kadar çabuk aşık oluyoruz ya da ne kadar çabuk nefret ediyoruz. Benim güzel sonbaharım, ne kadar kolay hayal kurup, ne kadar kolay vazgeçiyoruz.
Şimdi yavaş yavaş uçuyorum. Hangi dala, hangi kayaya çarpacağımı bilmiyorum. Sadece uçuyorum, uçmanın özgürlüğün son noktası olduğunu biliyorum. Her seferinde daha uzak bir yere gidiyorum. Bu benim için zor. Çünkü daha uzak daha zor demektir. Ama kanatlarım ne kadar güçlü olursa o kadar özgür olabilirim. Ama bedenen yaşadığım özgürlük, kalbimin de özgürlüğü müdür acaba. Ben özgürlüğün kıyılarına kanat çırparken, ruhum zifiri karanlıkların esiri miydi? Aslında hepimizin peşinde olduğu yaşamın özü, herkesin kalbinde aradığı bu değil miydi? Kimilerinin maddi, kimilerinin manevi, kimilerinin manevi tatminleri bize özgürlüğün yanılsamasını veya kendisini sunmuyor mu?
Şimdi tekrar sonbahar yapraklarına dönelim. O sonbahar yapraklarında, dünyanın her yerindeki kışa hazırlanış heyecanında, o renklerin karmaşasında büyülenmek, sonbaharın, aslında ruhumuzun renklerini hissetmek değil midir?
Sonbaharın renkleri neden bu kadar güzel, bu yere düşen yapraklar neden böyle büyülü? Dünyayı boyayan bu kahverengi neden bu kadar güzel? doğaya hep aşık olmuşumdur. Gerek kışın pırıltılı karlarına, gerek ilkbaharın ve yazın rengarenk çiçeklerine ve de sonbaharın naçizane büyüsüne.
Ah! Benim güzel umutlarım, güzel hayallerim, ah benim güzel sonbaharım. Ah benim güzel renklerim: sarım, kırmızım, kahverengim ve sonra yeşilim…