“Teslim aldım doğayı`,yarıp geçtim her yerini
Kırdım kimsenin dokunamadığı mühürlerimi
Rahmini, göğüslerini ve başını
Yani tüm gizlerinin saklı olduğu yerlerini
Parçalayıp açtım”
Vaughan agresifçe kaleme almış dizeleri tıpkı insanların doğayı tahrip ederken olduğu gibi saldırganca bir tutum. Bu dizelere hakim olan insanımsı varlığın bir tarifi var mıydı ?Bir adet sperm,bir adet yumurta ,gözkararı kadar şehvet…Tüm tarif buysa nasıl oluyordu da kendi ellerimizle günahkarlar yaratıyorduk.
Bir tohum toprağa düştükten sonra nasıl filizlenir sorusunun cevabını üç aşağı beş yukarı hepimiz biliyoruz peki tohum toprağa nasıl düşer? Doğa ve insan arasındaki bu dans bir hayli ahenk gerektirir bir hayli aidiyet gerektirir. Ama akıllı ya insanımsı varlık kendini çok üstün görür. Kesiverir ağaçları, yakıverir ormanları güçlü olanın kendisi olduğunu sanır. Velev ki güç insanlarda peki bu gücü göstermek de neyin nesi?
Tüm masallarda aynı cümleler var. Şefkatli,merhametli,bereketli doğa ana bize kucağını açar ve bize aş verir,hayat verir.Anaydı o sarıp sarmalardı hep üretirdi,doğururdu ve bir o kadar da güzeldi ki tüm şarkılara ilham olurdu .Öyle bir güzellikti ki bu herkesi cezbediyordu.Masum,uslu,saf Doğa anamız bu güzelliğe tecavüz etmek isteyenlere kendince cezalar verse de bu oyunu bozmaya gücü yetmiyordu. Asırlardır aynı tekerleme vardı dillerde “Ağaç yeşert meyve getirsin,oğlan büyüt ekmek getirsin”. Kadın olmak aş yapmak,temizlik yapmak,cinselliğin ve doğurganlığın simgeleriydi erkeklik ise güç,kuvvet ve zekaydı.Tüm bu masalların ana kahramanı Doğa-ANA niye anaydı peki ?Ya da Anadolu ‘nun ilk çağ uygarlıklarında insanların tanrıçası olan Kibele neden kadındı?
Doğa anamız yüzyıllardır avaz avaz çığlık atıyor.Bana ellerinizi verin,susmayın ! Peki insanımsı varlık bu çağrılara karşı ne yapıyordu .Makineler,binalar,top tüfek,para,savaş…Gün gelecekti Doğa anamız kartları yeniden dağıtacaktı Heyyy ! Sen insanımsı varlık çekil, köşene geç .Buranın asıl sahibi sen değilsin ya güzelce dans edelim ya da müziği kapatalım.Doğanın rengi yeşildir, şuursuzca kalkıp kırmızıya boyayamazsın.Burası bizim burası senin değil ! Diyecekti.İşte o vakit insanımsı varlık gücün,paranın hiçliğini anlayacaktı.Doğa anamız artık durmayacaktı ;yürüyecek,yürüyecek ve yine yüreyecekti.Ne ayağına takılan taşlar ne de sivrisinekler,böcekler umrunda olmayacaktı.Unutturmayacaktı Emine Bulut’u,Gülistan Doku’yu,Özgecan Arslan’ı,Zelal Yılmaz ‘ı,Hatice Çeliğ’i,Ceren Damar’ı…Bu hikayenin faillerini teslim edecekti zindana.Eril dili kökten kazıyacaktı.Bu topraklara sevgi,umut ekecekti.
Doğa anamız yeni şarkılar yazdıracaktı insanlara artık çalmayacaktı radyolarda ”...Bir gül gibi al ve narin bir su gibi saydam ve sakin susar kadın ünzile…” avaz avaz haykıracaktı insanlığa “Asırlardır kendi ellerinizle günahkarlar yetiştirdiniz bu da yetmezmiş gibi alkış tuttunuz bunlara.Tüm mevsimleri kendi kafanıza göre yer değiştirttiniz .Peki ne oldu şimdi gücünüz,paranız hangisi size yetti HİÇBİRİ! Ama doğa ana size nasıl olsa kucağını açar de mi doğa ana yine susar de mi ?Hayır susmak yok artık bazen avaz avaz bazen usul usul … Asırlardır evlerde,sokaklarda,okullarda,en kalabalık yerlerden en ücra köşelere kadar eril zihniyeti ilmek ilmek işlediniz.Şarkılarda,dizilerde,küfürlerde,konuşmalarda her yerde sıradanlaştırdınız.BENİ SİZLER VAR ETTİNİZ!
Artık öznelerimizi,cümlelerimizi değiştirme zamanı artık tüm sıfatları unutup baki olan tek kelimeyi haykırma zamanı İN-SAN! Elimizi cebimizden çıkarıp bu hikayeyi baştan yazalım .O vakit tohum,toprağa düştüğü andan itibaren hikayeyi Doğa İNSANIMIZ yazcak