Bugün Kürşat Başar’ın “Gerek yok. Hoş değil” isimli kitabını okuyordum. Bölümleri okurken bir yandan “Ben de bu konuya Ayna isimli kitabımda yer vermiştim” ya da “Aynen benim ‘boşver’ kitabımda yazdığım gibi” dedim durdum. Bir yandan da kendimce, yazarın satırlarına kendi görüşümde cevaplar verdim. Düet formunda bir karşılık verişim oldu. Kürşat beyin yazdıklarına ben de yazarak yanıt veriyorum gibiydi kitabı okuyuşum.
Keşke gerçekten de Kürşat Beyin satırlarının arasına kendi kitaplarımda yazdığım satırları katıp, karşılıklı düet ya da atışmada bulunur gibi, iç içe geçirebilseydim yazıları. Ama bu ne kadar etik olur, bilemem. Sonra “sen Kürşat Başar adıyla kendi kitabının reklamını yapıyorsun” diyenler çıkar. Maazallah. Yok öyle bir niyetim. Ben yirmi senede yayınlanmış, dokuz kitabımla meşhur olmadım. Böyle bir yolla adımı duyurmak mümkün olamaz. Kürşat bey ile fotoğraf bile çekilsek ben yine kitaplarımı sattıramam. Merak etmeyin. Benim kitapların öyle de bir kısmetsizliği var. Her ne kadar benzer konular işlemiş olsak da, benim kitaplarım Kürşat Başar adıyla da satılmaz, Kürşat beyin kitabı okunur. Yani öyle reklam yaptırmak gibi niyetim yok. Biline!
Kürşat bey kitabın bölümlerinden birinde internetin dilimize kattığı kelimeleri ve kısaltmaları, emojileri anlatmış. ‘kim bilir bundan sonra kitaplar nasıl yazılacak?’ demiş. Ben kitaplarımdan – Ayna ya da Boşver’de bu konuyu yazmıştım ve ‘yeni kitabımdan satırlar’ diyerek, yeni yazılacak sembol dilli kitabımdan bir bölüm paylaşmıştım! Yani kitaptaki konuya ben de seneler önce yazdığım kitapla cevap vermiştim zaten. O yüzden sonraki bölümleri de yazarla konuşur gibi, yazdıklarımı da hatırlayarak yanıtladım. Kitap okurken, Kürşat beyle de konuşur gibi oldum.
Kitapta Kürşat beyin anlattığı kadınları ben de kitaplarımda anlatmıştım. Yazar hep kadınların kıskanç, sevgilisini ya da eşini casus gibi takip eden, istediğini aldıran- yaptıran, özel günlerde özel hediyeler bekleyen, tatillere gitmek isteyen, adamı kendi istediği gibi değiştirmeye çalıştıklarını dile getirmiş. Kendi hayatındaki ikili ilişkilerden örnek vermiş. Erkeklerin saf olduklarını, kadınların bazı sözlerle ne demek istediklerini erkekler anlamadığı için de araya gelinin demek istediğini anlayan ‘kaynana’ modelleri girer ve oğullarının hakkını ararmış. Hep ‘kadınca’ bir dilden ve kurallardan bahsederek, örnekler sunmuş Kürşat bey.
Haklı. Katılıyorum. Ben de “kadınlar çiçek, melek, kelebek değil” demiştim bir yazımda. Hele zamane kızları! Kadınlık, ev hanımlığı, eşlik beklemesinler. Hepsi tam bir cadı! Kadın haklarını savunurum ama kadınların evlilik ya da aşk anlayışındaki beklentilerini savunmam. Başka yazılarda yine kadınları ve erkekleri yazmaya devam ederim. Zaten kitaplarımda da ya sevgiyi, ya sağlığı anlattım şimdiye kadar. Hayatın en değerli iki kavramı. Sevgi ve sağlık.
Sözü daha da uzatmadan bağlayayım. Tamam, kadınlar cadıdır, kıskançtır, dediğim dediktir, kurnazdır, dedektiftir de… O kadınları seven, seçen ve hayatına katanlar da erkekler. Ben hiiiiç kıskanç olmadım. Hiç dediklerim yapılsın diye beklemedim. Hep anlayışlı ve susan kadın oldum. Ama hep de yalnız kaldım. Nedense erkekler de hep o sorun çıkaran kadınları seçtiler. Biriyle tanışsam, bir – iki görüşmede benim anaç yanımı, sakinliğimi, anlayışlı hallerimi görünce benden ayrılıp; gidip içen, çılgınlık yapan, çok ses çıkaran, bağıran, yöneten, istekleri bitmeyen, tripler atan, kıskanan, kısıtlayan, çok şey isteyen kadınları sevmeyi seçtiler.
Hayır yani bende mi bir gariplik var? Yoksa erkekler mi bir tuhaf anlamadım!