Bazı yollara girmek gerçekten de gerekli mi?
Kaçmak elimizde mi? Sırf merak ediyoruz diye denemek zorunda mıyız?
Bazen merak ettiğin tüm yollar aslında seni bir engele sürüklemek için gizem esintileri taşır.
Ulaşamayacağın için merak edersin ve bu merak da öyle 1,2,3 günde geçecek türden bir merak değildir.
Genellikle aylar, çoğu zaman yıllar sürer.
Aşamayız. Kavuşamayız hatta beklenen zamana.
Ertelenme konusunda Oscar’a aday olacak nitelikte bir süreklilik, performans sergiler.
Orada durur, milim adımlarla ilerleriz o zamana. Ulaşmak neredeyse imkansızdır. Çünkü her şey başından bellidir, bu yüzden ertelenir. Bazı güzellikler geç gelir derler, arada böyle kabusların da sizi beklediğini unuturlar. Saçma bir söz diyemem, dersem saçma olur sonuçta.
Ama buna rağmen, %100 doğru bir söz de kesinlikle değildir. Maksimum %55 diyebilirim.
Beklenen ne varsa şayet yalnızca o zaman ve vadesi dolana kadar hayırlıdır. Dolduktan sonra, yavaş yavaş çekilir bizden.
Sadece ettiğimiz merakla kalırız. Bile bile lades deriz anlayacağınız.
Böyle zamanlarda ne yapmak daha doğru peki
Vazgeçmek?
Kaçmak?
Kovalamak?
Aslında hepsi yanlış. Yapmamız gereken sadece akışta kalmak.
Yahu ne de olsa yaşanacak! Niye acele ediyorsunuz?
Bekleyin. Kayıp da etseniz, yaşanmış olacak bir sürü anı ve hatıra biriktireceksiniz.
Hiç anlamıyorum ayrıldıktan sonra birlikte geçen bütün zamana nefretle bakan çiftleri.
E hani saygı?
Hakaretlerle bile bitse, ihanet de edilse, saygı demek her şey demektir, özellikle bir ilişkide. Tek tarafa bakmıyor sonuçta ayrılık, muhakkak içten içe iki tarafın da istemesi, birinin de istemeye bırakmayıp dile getirmesi gerekiyor.
Ruhlar hep bir, bedenler de bazen. Ama ayrılık gelince, insanın kendi ruhu bile bir süreliğine bedenini terk ediyor. Gelip sadece “beni terk etti” demek, bencillik olur.
Kendinden de vazgeçiyor çünkü insan, o zamana kadar edindiği bütün tecrübeyi ve alışkanlıkları kenara bırakıp, sıfırdan bir yolculuğa çıkmaya gidiyor.
Sadece senden değil, kendinden de gidiyor anlayacağın.
Merak ettiği bir yol vardı ortada ve o yolu güzelce gezip bir takım kazalar yaptıktan sonra artık girmek istemiyor.
Yol vadesini doldurunca, sürücü bile farklı rota arıyor.
Hep diyorum “sükunet” sükunet her şeydir.
En olmadık anda bile sakin kalmayı öğrenmeli insan. Kendini kontrol altına almalı, asla ama asla top sinir noktasına ilk seferde ulaşmamalı.
Çünkü ulaşırsa kaybeder, kazansa bile.
Benim aslında söylemek istediğim hep bu oldu, yol nasip de varsa muhakkak direksiyon oraya dönüyor, biz elimizi sürmesek bile. Otomatik pilota alırsın mesela hayatını, ona rağmen çok güzel bir akışta olduğunu görürsün. Doğal ve oturaklı şelale olmuşsundur.
Aktıkça akıyor, gittikçe iyileşiyorsundur. Anca bir kütüğün senin girişini kapaması veya suyun akışını yavaşlatması gerekir, seni yolundan alı koyabilmek için.
Ve bu da bazı insanları, o yollara hiç sapmamaya sürüklüyor. Bazı şehirlerde yaşanmamış kaderler kalıyor. Sonu gelmeyecek “acaba” düşüncelerini kovalıyor keşke demek de kaçınılmaz tabi.
Derim ki yaşansın, sona erecek olsa bile, var ki yaşansın, bizi üzerek gitse dahi. Akılda kalmasın, kalırsa çok can yakar, bir ömür olmaz belki ama bir süre akılda kalacağını su değil direk dalga götürmez.
Kaçınılmaz bir gerçek o artık. Yarım kaldı, akılda da kalmalı dimi. Bunun olmaması için denenmeli, bir tutam cesaret, hayata renk katar emin olabilirsiniz.
Bile bile yanlış yapmalı insan, doğrusunu öğrendiğinde aldığı dersi de boynuna asmalı. Baktığı yerlerde yanlışını görmeli, aynı yanlışı tekrar etmeyip, farklı yanlışlara bile isteye yönelmeli.
Çünkü deneyim, çünkü oldum hissi, çünkü birikmiş ve doymuş bir kişilik, hepsi yanlış yollardan çıkarken öğrenilir.
Yanlış yola bodoslama da girmeyin, zamanı geldiğinde kendinizi o yolun önünde bulacaksınız zaten ister istemez.
Sadece o yola girerken, sakın kaçmayın diyorum.
Direksiyonu sıkı tutun, gözünüz yolda, anın tadını çıkarın. İyi öğrenmeler.
Ve kim bilir, belki bu ders, son dersiniz olur.