YOLCULUKLARA ÇIKALIM:
Ruhun daraldığı, dört duvarın yetmediği, insanın içinin bir hayli tekdüzeleştiği anlarda, şöyle en uzunundan, en güzeline giden bir uzun yol yolculuğu gerekiyor bünyeye, rotayı aylar, haftalar öncesinden belirlemeden, anlık gelen bir istek ile almak lazım bileti, fazla üzerine düşmeden çıkmak gerek zihnin kendini keşfetmesine fırsat tanınacak olan yolculuğa.
Bazen bazı yolculuklar sonsuza kadar sürsün isteriz mesela, o karanlık ve uzun yol hiç bitmesin, sonsuza kadar düşünmeye, kurmaya, gecenin sessizliğinde hayallere dalmaya devam edelim, gerçeklerden bir süreliğine soyutlayalım kendimizi, iç dünyamızın güzelliği karşısında büyülenelim, bir insan ya da bir heves ile ilgili hayaller kuralım, ağlayalım, nehirleri dolduracak denli gözyaşı aksın gözbebeklerimizden, kıpkırmızı, buğulu bakışların eşliğinde devam edelim seyahatimize.
İnsan neden bu denli ister, uzun yol yolculuklarını?
Neden arzular?
Ne sebebiyet verir, her şeyi geride bırakmasına ya da bir süreliğine inzivaya yelken açmasına?
BİRÇOK:
İnsanı bu yolculuklara da yine insan iter, aile bireylerinden biri çok yoruyordur belki kendisini, arkadaşları onsuz planlar yapıyor olabilir, sevdiği kişinin ihaneti ile sarsılmış ya da hoşlandığı kişiyi başkasıyla görmüştür belki kim bilir?
Sebebi çoktur ama aynı zamanda yoktur yolculuğun, gereklidir, şarttır, çıkılmalı, bir ömür boyunca vakit buldukça da tekrarlanmalıdır saatler süren yola çıkışlar, sıfırdan her şeyi derinlemesine düşünülmeli ve zihin mantık çerçevesinde yeniden hüküm giymelidir, meclis ise bu hükmü sonuca bağlayıp, yap/yapma demelidir kişiye, yolculuk aslen tatilse bile kafada birkaç sene sonrası hesap edilmelidir kimi zaman, bazen ise sadece ana odaklanmaktır asıl olan, yoksa insan yalnızca plan proje kapsamında bir yol çizer kendine, en ufak aksaklıkta panikler, savsaklar, iter kendini gerisin geriye ve biter yolculuk henüz varmaya saatler kalsa bile, en acısı da o işte, yolculuğu kafada bitirmek.
YOLCULUK NASIL KAFADA BİTER:
Yol esnasında gerçeklerimizle haddinden fazla yüzleşirsek eğer bazı çaresizlikler yüzümüze tekme tokat çarpıp, bizi “Asla” hissiyatı ile yakından tanıştırır, ölçüsünü iyi ayarlayınca cıvık olan tatlılar gibi, düşünmekte haddi aşıldığında ağızda istenmeyecek türde tat bırakan bir varoluşsal insan özelliğidir.
Ve bu düşünme özelliğinin insana dayattığı en kötü alışkanlık ise hep kötüyü, azı, imkansızı düşlemeye bizi itmesidir. Bile bile canını yakar insan bir otobüsün, trenin, uçağın penceresinden dışarıyı izlerken, ne acıtacaksa onu düşünüp, hazır yalnızken bir güzel ağlayıp rahatlayıp, gelen baş ağrıları ile debelenmeye itiyor kendini. Yapsın ama, gerekli, tabi biraz canımızı sıkıyor, orası ayrı, neticede durup dururken, kabuk bağlayan bir yara bile isteye kanatılıyor.
Yine de ben bazen yolu kafada bitirmeyi çok severim bilir misiniz, düşünecek o kadar şeyin arasında en düşünmemem gerekenleri cımbızlayıp ilk onlarla yüzleşir, kendi kendimin canına okurum, vakti zamanında güzel zannettiğim anların aslında kalbimi içten içe ne kadar acıttığını fark ettiğim an, baş ağrıları ve ardından eşlik eden tuzlu damlacıklar, evet, yine abarttım, çoğu yolculukta olduğu gibi yine abarttım, neyse varır varmaz bari erken yatayım.
Yara mı kanıyor, kanasın, krem sürerim, bant yapıştırırım üzerine, geçer.
UZUN MU UZUN YOLCULUK BİTMEK ÜZERE:
Varış noktasına birkaç dakika kaldığında insan o araçtan inmeyi hiç istemez, düşünceleri ile baş başa kalmışken hazır, onları ertelemek istemez, zira bazı ertelemeler sonsuzluğadır, geri alınmaz, masaya yatırılmaz, bırakılır o anda, unutulur, toz tutar.
Başka yolculuklara kaldı artık, derlenip toparlanması gereken içsel dağınıklıklar, zihinde eksik kalan bir yığın belge ve imzalanması gereken yap/yapma formları, bir başka yolculuğa kaldı artık sevdiceğin güzel gülüşü, sesinin narinliği, kalbinin temizliği, başka yolculuğa kaldı artık özleme dair düşünceler, bu yolculuk burada biter, düşünmemiz gerekenlerin bir kısmı artık çöpte, kimisi üstünkörü okundu, kimisinin ise üstü çizili, bazılarında ufak tefek notlar var gözümüzden kaçmaması, hatırlanması gereken türden, kalem izi değmemiş olanlar da var ki onlara, bu saatten sonra söylenecek bir şey kalmamış, yalnızca derin bir nefes çekip buruşturularak atılmış.
Bazılarıysa gömleğin sol cebinde.