Prens Bismarck
Otto von Bismarck, 19. yüzyılda, bağları kuvvetli olmayan bir konfederasyon olan Almanya’nın birleşmesinde önemli rol oynayan ve Birleşik Almanya’nın ilk Şansölyesi olan Alman devlet adamıdır. Bismarck diyor ki:
“Sana muasır bir vücut olamadığımdan müteessirim ey Muhammed! (asm)
Muhtelif devirlerde, beşeriyeti idare etmek için Allah tarafından geldiği iddia olunan bütün indirilmiş semavî kitapları tam ve etrafıyla tetkik ettimse de, tahrif olundukları için hiçbirisinde aradığım hikmet ve tam isabeti göremedim. Bu kanunlar değil bir cemiyet, bir hane halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır.
Lâkin Muhammedîlerin (asm) Kur’an’ı, bu kayıttan azadedir. Ben Kur’an’ı her cihetten tetkik ettim, her kelimesinde büyük hikmetler gördüm. Muhammedîlerin (asm) düşmanları, bu kitabın Muhammed’in (asm)) zatının eseri olduğunu iddia ediyorlarsa da, en mükemmel bir dimağdan böyle bir harikanın meydana gelebileceğini iddia etmek, hakikatlere göz kapayarak kin ve garaza âlet olmak manasını ifade eder ki; bu da ilim ve hikmetle izah edilemez.
Ben şunu iddia ediyorum ki Muhammed (asm) mümtaz bir kuvvettir. İlahi kudretin böyle ikinci bir vücudu imkân sahasına getirmesi ihtimalden uzaktır.
Seninle aynı asırda yaşayamadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammed (asm)! Muallimi ve naşiri olduğun bu kitap, senin değildir; o ilâhidir.
Bu kitabın ilâhi olduğunu inkâr etmek, mevzu ilimlerin batıllığını ileri sürmek kadar gülünçtür.
Bunun için, beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra göremeyecektir. Ben, heybetli huzurunda kemal-i hürmetle eğilirim. (Eşref Edip, Kur’ân-Garp Mütefekkirlerine Göre Kur’ân’ın Azamet ve İhtişamı Hakkında Dünya Mütefekkirlerinin Şehadetleri, İstanbul, 1957)
Meşhur araştırmacı, müsteşrik, Arap Edebiyatı Mütehassısı Prof. Dr. Maurice Bucaille
Fransız doktor, Fransız Bilimler Akademisi üyesi, yazar Maurice diyor ki:
Bizans Hristiyanlarını, içine düştükleri “bâtıl itikatlar” çıkmaz sokağından, ancak Arabistan’ın Hira Dağı’nda yükselen ses kurtarabilmiştir. İlahî kelimeyi en ulvî makama yükselten ses, bu ses idi. Fakat Rumlar bu sesi dinleyememişlerdi. Bu ses, insanlara en temiz ve en doğru dini talim ediyordu.
Kur’an nedir? Her tenkidin üstünde bir fesahat ve belâgat mucizesidir. Kur’an’ın, bir milyar Müslüman’ın göğsünü haklı bir gururla kabartan meziyeti, onun her manayı en güzel bir şekilde ifade etmesi itibariyle, indirilmiş kitapların en mükemmeli ve ezelî olmasıdır. Hayır, daha ileri gidebiliriz:
Kur’an, ezeli kudretin inayeti ile insana bahşettiği semavi kitapların en güzelidir. Beşeriyetin refahı nokta-i nazarından Kur’an’ın beyanatı, Yunan felsefesinin ifadelerinden pek ziyade ulvîdir. Kur’an, arz ve semanın yaratıcısına hamd ve şükranla doludur. (Godfrey Higgins, An Apology For Live and Character Of The Celebrated Prophet Of Arabia, Called Mohamed, s. 42)
LORD JOHN DAVENPORT
Doğu bilimleri ile uğraşan ve on dokuzuncu yüzyılın sonunda yaşamış olan İngiliz bilim adamı diyor ki:
Kur’an’ın sayısız özellikleri içinde bilhassa ikisi fevkalâde mühimdir:
1. Allah’ın büyüklüğünü ifade eden ayetlerin ahengindeki ulviyettir. Kur’an-ı Kerim, beşerî zaaflardan herhangi birisini Allah’a isnaddan münezzehtir.
2. Kur’an başından sonuna kadar beliğ olmayan, ahlaka aykırı yahut terbiyeye muhalif fikirlerden, cümlelerden ve hikâyelerden tamamen münezzehtir.
Hâlbuki bütün bu noksanlıklar ve kusurlar, Hristiyanların ellerindeki tahrif edilmiş Kitab-ı Mukaddes’te bollukla vardır. (John Davenport, An Apology for Mohammed and The Koran, s. 80)
Edward Gibbon
İngiltere’nin en meşhur ve en büyük tarihçilerinden Edward Gibbon “Roma İmparatorluğu’nun Gerilemesi ve Çöküşü” adlı eserinde şöyle diyor:
Ganj Nehri ile Atlas Okyanusu arasındaki memleketler, Kur’an’ı bir temel kanun ve onun hükümlerini de hayatın ruhu olarak tanımışlardır.
Kur’an’ın nazarında, kuvvetli bir hükümdarla, zavallı bir fakir arasında fark yoktur. Kur’an bu gibi esaslar üzerinde öyle bir sistemi vücuda getirmiştir ki, dünya da bir benzeri yoktur.
Müslümanlığın esası; teslisi ve Allah’ın cisim olduğunu ve vahdet-i vücud akidesini reddetmektedir. Kur’an bu gibi karışıklıklardan, belirsizliklerden âzadedir.
Kur’an, Allah’ın birliğine en kuvvetli delildir. Müslümanlık belki bugünkü fikrîmizin seviyesinden daha yüksek bir dindir. (Edward Gibbon, The History of The Decline And Fall of The Roman Empire, 5/168)
Marmaduke William Pickthall
Londra 1875 – 19 Mayıs 1936. Yazar, gazeteci ve romancı. Pickthall diyor ki:
Kur’an’ın telkin ve Hazret-i Muhammed’in tebliğ ettiği esaslardan mükemmel bir ahlâk kitabı vücud bulur.
Kur’an hakikatlerinin muhtelif memleketlerde insanlığa ettiği iyiliği ve sonra da Allah’a yaklaşmak isteyen insanları Cenab-ı Hakk’a ulaştırdığını inkâr etmek mümkün değildir.
Yaratıcının hukuku ile yaratılmışın hukuku, ancak müslümanlık tarafından mükemmel bir surette tarif olunmuştur.
Bunu yalnız Müslümanlar değil, Hıristiyanlar da Musevîler de itiraf ediyorlar. (Marmaduke Muhammed Pickthall, “Islam and Modernism”, Islamic Review and Muslim India, 1918, sayı:1, s.9)
George SALE
İngiliz Oryantalist bir bilgin ve avukat. Sale diyor ki:
Kur’an, Arapça’nın en mükemmel ve pek sağlam bir eseridir. Müslümanların itikadı veçhile; bir insan kalemi, bu mucize eseri vücuda getiremez.
Kur’an bizâtihî daimî bir mucizedir; hem öyle bir mucize ki, ölüleri diriltmekten daha yüksektir. Bu mukaddes kitabın ta kendisi, menşeinin semavî olduğunu ispata kâfidir.
Muhammed (asm) bu mucizeye dayanarak, bir peygamber olarak tanınmasını istemiştir.
Arabistan’ın çıplak ve kısır çöllerini aydınlatan, şâir ve hatiplere meydan okuyan Kur’an’ın, bir âyetine bir benzer istemiş; hiçbir kimse bu meydan okumaya karşı gelememişti.[bk. The Koran: Commonly Called the Alcoran of Mohammed (İngilzceye tercüme: George Sale) s. 43]
Jean Jacques Emmanuel Sédillot
Fransız doğu bilimcisi astronom ve matematikçi. Sedillot diyor ki:
Kur’ân, insanlara hukukullahı tanıtmış, mahlûkatın Hâlıktan ne bekleyeceğini, mahlûkatın Hâlıkla münâsebâtını en sarih şekilde öğretmiştir.
Kur’ân, ahlâk ve felsefenin bütün esasatını câmidir. Faziletve rezilet, hayır ve şer, eşyanın mahiyet-i hakikiyesi, hülâsa her mevzu Kur’ân’da ifade olunmuştur.
Hikmet ve felsefenin esası olan adalet ve müsavatı öğreten ve başkalarına iyilik etmeyi, faziletkâr olmayı talimeden esaslar, bunların hepsi Kur’ân’da vardır.
Kur’ân, insanı iktisat veitidale sevk eder, dalâletten korur, ahlâkî zaafların karanlığından çıkarır,teâli-i ahlâk nuruna ulaştırır, insanın kusurlarını, hatalarını i’tilâ ve kemâle kalb eyler. [Krş. Louis Pierre Eugene Amélie Sedillot, Historie Generale Des Arabes, c.1, ss.97-98; Sedillot, Hulâsatu Tarîhi’l-Arab; Tehzîbu Tercümeti Kîtabi’l-Âlim Sedillot, (Tercüme ettiren: Ali Paşa Mübarek), s.63]
Samuel Johnson (Dr. Johnson)
İngiliz yazar ve leksikograf. En önemli çalışması İngiliz Dili Sözlüğü 1755 yılında yayınlanmıştır. Samuel Johnson aynı zamanda döneminin etkili şairlerindendir. Bunun yanı sıra biyografi ve deneme yazıları da bulunmaktadır. Johnson diyor ki:
Kur’ân şiir midir? Değildir. Fakat onun şiir olup olmadığını tefrik etmek müşkildir. Kur’ân, şiirden daha yüksek bir şeydir. Maamafih, Kur’ân ne tarihtir, ne tercüme-i haldir, ne de İsa’nın (a.s.) dağda irad ettiği mev’ize gibi bir mecmua-i eş’ardır. Hattâ Kur’ân, ne Buda’nın telkinatı gibi bir mâba’d e’t-tabiiye, yahut mantık kitabı, ne de Eflâtun’un herkese irad ettiği nasihatler gibidir.
Bu, bir Peygamberin sesidir. Öyle bir ses ki, Onu, bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin aksi, saraylarda, çöllerde, şehirlerde, devletlerde çınlar. Bu sesin tebliğ ettiği din, evvelâ nâşirlerini bulmuş, sonra teceddütperver ve îmar edici bir kuvvet şeklinde tecellî etmiştir. Bu sâyededir ki, Yunanistan ile Asya’nın birleşen ışığı, Avrupa’nın zulümat-âbad olan karanlıklarını yarmış ve bu hâdise, Hıristiyanlığın en karanlık devirlerini yaşadığı zaman vuku bulmuştur. Samuel Johnson, Oriental Religions and Their Relations To Universal Religion (Persia), s.586]
John Medows Rodwell
İngiltere Kilisesi’nin İngiliz din adamı ve Kuran’ı İngilizceye çeviren bir İslam araştırmaları uzmanı.
Kur’an âyetlerini indiriliş tarihine göre tercüme ve tertip eden İngiltere’nin en mutaassıp papazlarından Rodwell, şu hakikatleri itiraf ediyor:
Kur’an Arabistan’ın basit bedevilerini öyle bir değişikliğe uğratmıştır ki, bunların âdeta sihirlendiklerini zannedersiniz.
Hristiyanların anlayışına göre Kur’an’ın nâzil olmuş bir kitap olduğunu inkâr edecek olsak bile, Kur’an putperestliği imha, Allah’ın birliği inancını tesis, cinlere, perilere, taşlara ibadeti kaldırma, çocukları diri diri gömmek gibi vahşi âdetleri ve bütün hurafeleri izale ile, bütün Araplar için ilahî lütuf ve nimet olmuştur.Kur’an bu sebeplerden her türlü övgüye layıktır. (John Medows Rodwell, The Koran Translated from the Arabic, s.15)