Hep duygusal mı olmalı yazılar? Gözlerimizin dolması mı gerekiyor? Herkes bu kadar acı çekiyor mu cidden? Herkesi bilemem ama ben ne yazarken, ne de okurken dramatik ve göz yaşı kokan yazılardan pek hoşlanmıyorum… Hatta bazen insanlar bu kadar dram yapacak zamanı nasıl buluyor diye düşünüyorum. Çünkü ben, tam duygulanacakken annemin arka odadan ” Kalk da bi işe yara, senin yaşındayken ben iki çocuk bakıyordum!” naraları kulağıma geliyor. Şimdi ben herkesin dinlerken ağladığı ama benim gülerek hatırladığım hayatımdan minik bir kesiti yazacağım.
22 yaşındayım, yazarken mutlu olan birisiyim. Kendimle alakalı aklıma ilk gelen 20 yaşında geçirdiğim tehlikeli ameliyatım ve arkasından gelen kemoterapi tedavim olurdu sanırım. Elhamdülillah, bundan sonra beni derinden sarsabilecek kötü ve akılda kalıcı bir olay yaşamadım! Bu arada, tedavim ben 21 olmadan bitti. Ne derler buna? Beyaz ışık kendini gösterdikten sonra direkten döndüm.
Kitlemle İstanbul’da tanıştım. Zor bir günün ardından yurda döndüğümde baş edilemez bir sancıyla karşı karşıya kalıp apar topar hastaneye gittim. Apar topar dediğim; bir gün sonra acil servise gittim, İETT otobüsü ile. Apandistten şüphelenen doktorum ultrasona girmemi söylediğinde o tarifi olmayan cümle ile karşılaştım. Ultrason doktorum “Apandisti göremiyorum ki! Önünde kocaman bir şey var!” demişti… İşte bu cümleden sonra, hayatımın en uzun ve meşakkatli koşuşturmasına giriş yapmıştım. Ölme ihtimalimin çok yüksek olduğu ameliyattan sağ ama kanser hastası olarak çıkabilmiştim! Takdir-i ilahi…
Bu 26 cm çapında minik kötü huylu kitlem bana çok şey öğretti. Saçlarım yokken de güzel olabileceğimi mesela. Kimseden teselli almanın gerekli olmadığını da gördüm. Zira kemoterapi ile saçlarım dökülünce ailem de destek olmak için saçlarını kazır sanmıştım. Onlar bunun yerine beni “oğlum” diye çağırmayı tercih etti. Yedi ay kadar babasının biricik oğlu olarak gezdim.
İnsanın can derdindeyken hiçbir şeyi görmediğini anladım. İyileşebilmek için en sevdiğim yiyeceklerden vazgeçebildim mesela, insan fast food yemeden yaşayabilirmiş! Oysa cipsin olmadığı gün benim için dünyanın sonu sayılabilirdi…
Her şeye üzülmemeyi öğrendim. Başımıza gelen olayların öldürmediği sürece son olmadığına şahit oldum. Sağlığın ne kadar kıymetli olduğunu gördüm. Kanserin ne olduğunu öğrendim… Zamanın ne kadar kıymetli olduğuna şahit oldum.
Nefes alabildiğimiz sürece çabalamamız gerektiğini öğrendim, pes etmenin bize yakışmadığını gördüm.
Ve en önemlisi, şükretmemiz gerektiğini… Elhamdulillah diyebilmeyi öğrendim. İyileşebilmenin nasıl büyük bir şükür sebebi olduğunu biliyorum artık. Tek başına duş alabilmenin, yediğin yemeği sindirebilmenin, saçlarını tarayabilmenin, tat alabilmenin ne kadar kıymetli olduğunu görebiliyorum.
Ben bu süreçte kendimle tanıştım, kim olduğumu biliyorum. Gücümün farkındayım…
Herkese merhaba! İşte ben ve trajıkomik tedavi sürecimin bir kısmı, ilginç bir başlangıç oldu… Sevgilerle.