Bazen koskoca eve sığdıramadığın şeyleri , küçük bir balkona sığdırıyorsun. Kayıplarının göğsüne mızrak gibi sapladığı bütün acılarını ; hüznünü , ufacık sevinçlerini, okyanusa taş çıkaracak gözyaşlarını, hala hayatta olan fakat içinde öldürdüğün insanların yasını, kalabalıkların arasında seni sobeleyen yalnızlığını. Sana ait olan, seni bir bütün yapan her şeyi. Tek sığınağın daracık bir balkon oluveriyor bir an da. O koskoca evin odalarına sığdıramıyorsun kendini, bir bakmışsın artık duvarların da sırtı dönük sana . İşte o zaman hayatın sana öğrettiği bütün gerçeklerle , yüzleştiğin an da başlıyor kemiklerin sızlaması. Şaşırdın mı? Sanıyor musun ki sadece mezarda ki ölülerin kemikleri sızlar? Hayır , yaşayan insanların da kemikleri sızlar tıpkı bazen bazı acıların , kaburgalarını çatlattığı gibi. Balkona çıkıp gökyüzüne bakıyorsun, o karanlığın arasında ufacık da olsa bir aydınlık aramaya başlıyorsun. Hafızanın koridorlarında volta atan anıların sana “boşunaymış” dedirtirken, gözlerinden akan yaşlar eşlik ediyor bu hisse. Yaptığın fedakarlıkların altında ezildiğin an da anlıyorsun , varlığınla yokluğunun denk olduğunu. Yıllardır uğruna savaştığın , hayatlarına karşılık kendi hayatını sunduğun insanların hayatlarına teğet bile geçmemişsin , sadece hep bir isim ve sıfattan ibaret olmuşsun.
Sonra anlıyorsun işte , o sırtına koskoca dağı deviren onlar değil aslında senmişsin.