Tan yeri yenice ağarmaya başlamıştı ki ineklerin, kuzu ve koyunların sesleriyle sürüye eşlik eden çoban köpeklerinin sesi tüm köyü sardı.Balkonda yattığım için bu seslere kayıtsız kalamayıp uyanmak zorunda kaldım.Uykumun en tatlı yeriydi oysa.Güneş tatlı yüzünü tam göstermemişti.Sabahın ilk saatlerinin ılıklığı ile köyün temiz havası birleşip yumuşak yumuşak okşuyordu.Arada bir koluma konan kara sinekleri saymazsak büyülü bir sabah uykusuydu.Dışarıdan gelen hayvan sesleri bu büyüyü bozan zil sesi gibiydi.Gözlerimi açıp bir kaç dakika hasır örgülü tavanı izledim.Öyle mimari falan değil, zamanında kamışlarla örülmüş, alt kısımlarının uzun uzun kavaklarla desteklendiği gelişi güzel bir tavan.Estetiklikten ziyade kerpiç olan evin toprağının balkona dökülmesini önlemek için yapılmış.Gözlerim açılmak istemese de bedenim kalkmak istiyordu.Bedenimin dediğini yapıp, kalktım.Yüzümü yıkamak için köyün yamacında bulunan çeşmeye gidecek olmak beni yoracakmış gibi gelse de, başka çaremin olmadığını düşününce mecbur kalktım.Bir önceki gün boşalan bidonları doldurmuş olsaydım yüzümü pekala evdede yıkayabilirdim.Tembelliğimin bedeli…
Kalktım, sabahın serinliğini hissetmemek için üzerime balkon kapısının arkasında asılı duran hırkalardan gelişi güzel birini aldım.Yavaş yavaş çıktım balkondan.Kapının önüne çıkıp bir sağa bir sola esnedikten sonra uyku falan kalmamıştı.Elime aldığım iki su bidonuyla beraber evin arkasında ki yoldan yamaçta ki çeşmeye doğru yürümeye başladım.Bir kaç dakika da çeşmeye vardım.Çeşme köyün yamacında olduğundan arkamı dönüp baktığımda kerpiçten evler kiminin dışı beyaz kirecle sıvalı kimisi hala yapıldığı günkü gibi;ara ara yeni dikilmiş meyve ağaçları, küçük oylum oylum bahçeler, uzaktan hepsi bir uyum içinde sahiplerinin kalkmasıyla birlikte canlanmayı bekliyorlar.Bende bekle sırasına girmek istemedim.Çeşmenin yan tarafında ki mezarlığa gitmek için abdest alıp, zamanında babaannemin gözünden bile esirgediği has bahçesinin yanından geçtim.Zamanın da en iyi meyve ve sebzelerin yetiştirildiği bu bahçe babaannemin en büyük sevinci, mutluluğuydu.Şimdilerde sadece üzüyor.Kenarındaki çitler kırılmış, meyve ağaçları bakımsızlıktan kurumuştu.Hatta bahçenin büyük bir bölümü bir önceki yılda ki selle dereye kaymıştı.Zamanında izinle bile giremediğimiz bu bahçeyi böyle görmek babaannem kadar olmasa da beni de derinden etkiledi.Çocukluğum vardı içinde.Küçükken neredeyse tek hayalimdi bu bahçenin içinde piknik yapmak, babaannemden korkmadan meyve ağaçlarından meyve koparmak…İkimizede kalmadı işte.Anılarımla geçip gittim içinden.Mezarlığa vardım.Giriş kapısında ki “Her nefis ölümü tadacaktır”yazısını okuyup, benim de bir gün geleceğim yerin burası olacağını tekrar zihnime hatırlattıktan sonra besmele ile girdim kapısından.Kim bilir kimler gelip geçmişti?Bu sahipsizler kimlerin neyiydi?Gerçek hayatların olduğu yerlerdir mezarlıklar.Hayatımızın dışına atarız.Yaşama olan tutkumuzdan.Yolumun üzerinde ki tanıdığım tanımadığım her mezarlığa fatiha okuyarak ilerledim.Ve menzilime ulaştım, dedeme…
Dedem, ben 3 yaşındayken vefat etmişti.Aradan geçen yıllar ona olan sevgimi hiç azaltmadı.Nasıl azaltabilirdi ki, kıymetlimdi.Kalp hastasıydı dedem, ata binmesi yasaktı.Kır atını gördü mü dedemi kimse tutamazdı.Bir de teselli verirdi sevenlerine”Doktorlar nereden bilsinler şu mübareğin bana iyi geldiğini”diye.Birgün yine atına bindi gitti, bir daha da gelmedi bana…Dedem kalp krizi geçirdiğinde o çok sevdiği kır atının üzerindeydi.Birlikte köyün alt tarafında ki dereye düşmüşlerdi.Biz onları bulduğumuzda, dedem sağ elini sol göğsünün üzerine koymuş sanki uyuyor gibiydi.Ben uyanacak diye beklerken, oradan çıkarıp evimize son kez getirdiklerinde bana göstermediler dedemi.Kırgınım bu yüzden o gün orada olanlara.Ben dedemden korkarmıyım hiç.Öyle ak sakallı falan değildi ama heybetli, kır bıyıkları ve kafasında ki sekiz köşeli kasketiyle çok yakışıklı biriydi.Ona dair hatırladığım en mutlu anım, salonumuzda uzunca bir sedir vardı onun köşesine oturur, kafasına bir güğüm kapağı koyar, sallayarak düşürürdü.Dedemin bu hali beni öyle eğlendirirdi ki…Aradan geçen zaman onunla olan bir çok anımı silse de zihnimden bunu silemedi.Mezarının başında seslendim dedeme:’Dede ben geldim’dedim.Üç ihlas bir fatiha okuyup, ayak ucuna oturdum.Güneş sırtımı ısıtmaya başladığında anladım bir hayli zaman geçtiğini.Ayağa kalktım bacaklarım, parmak uçlarım uyuşmuştu.Biraz bekledim yürümek için.Sonra da dedemle vedalaşıp ayrıldım oradan.Gelirken ne kadar yavaş girdiysem mezarlığa çıkarken de bir o kadar hızlıydım.Derin bir iç çekişin ardından yürümeye devam ettim.Mezarlığın karşı tarafındaki tepeden gelen sesle irkildim, kafamı kaldırıp sesin geldiği yöne bakınca Hüsne yengemin bana el sallayarak gel işareti yaptığını gördüm.Çeşmeye gidip tekrar yüzümü yıkadıktan sonra, tepenin üzerindeki yengemlerin evine doğru yürümeye devam ettim.Orası köyün en yüksek yeriydi.Oraya çıktığında bütün köyü karşıdan bir tablo gibi izleyebilirdin.Gün öncebu tepede başlardı.Dayım diğet köylülere pek benzemezdi.O tepedeki tek ev dayımın eviydi.Dayım oradan bütün gün kim ne yapıyor, nereye gidiyor görürdü.İnsanlarla sıkı ilişkisi olan birisi de değildi.Belki de zamanında herkesten uzak durmak adınaco tepenin başında tek kalmıştı.Halinden şikayet ettiğini kimse duymamıştır.Yalnızlığı, sessizliği seviyordu.Tepenin hemen ucundaki elektrik direği oraya çıkanların ilk nefes toplama yeridir.Ben de herkes gibi oraya gelince bir nefes molası verip, yüzümü köye dönüp baktığımda hala uykuda olduklarını anladım köylülerin.Sessizliğin hakim olduğu köyde ki tek ses Seyfettin emminin bahçesindeki eşşeğinin sesiydi.Direğin dibine gelen tomurcuklu çay kokusu beni benden aldı.Bu taze çay kokusuydu.Dayımın yıllardır süre gelen adetidir, sabah namazına kalkar, sonra yengemi kaldırır.Namazlarını kıldıktan sonra bakır çaydanlığına çayını demleyip, önlerine alarak güneş iyice doğana kadat onu içmek.Kahvaltıdan önce içer dayım çayını.O dışı kızıl renkli bakır çaydanlıklarda bir ömür saklı adeta, ta dayımın gençlik yıllarından kalma.Çaydanlığının bile hikayesi var dayımın.Dayım başka çaydanlıktan çay içmediği için yengem yıllarca gözü gibi bakmış ona.2 bardaktan fazla da içmez çayı dayım.Bazen yengem eşlik eder, bazen de öylece kalır çaydanlıkta o gün başka birinin nasibi yoksa.Bugün de nasip banaymış demek ki.Bilirler benim de çayı çok sevdiğimi.O çaydanlıkların yıllardır çözemediğim bir sırrı var.Kim ne kadar çok çay içmek isterse istesin 2 bardak doyurur onu.Hala çözemedim bu çaydanlıkların sırrını.İçindeki çayın her daim taze ve lezzetli oluşu yeter bana.Utana sıkıla vardım yanlarına.Yaz aylarında balkonda içerler çaylarını.Yengem demlikleri önüne alır, üzerine de zamanında el emeği göz nuruyla ördüğü renkli peçetesini örter öyle ikram ederdi.Bu yengemin kendince geliştirdiği çayı sıcak tutma yöntemiydi.Yengem yine aynı şekilde çayı önüne almış, yanında küçük bir tepsi üzerinde küçük bir şekerlikle 2 küçük çay bardağı.Bardaklara çayın demini koyarak başladı.O an sanki her yer çau koktu.Yengem öyle güzel çay dolduruyordu ki bakarken doyuyordu insan.Beni mezarlıktan çıkarken gördüklerini, o yüzden çaya çağırdıklarını söylediler.Bilirlerdi bizimkilerin köyün en geç kalkan ailesi olduğunu, hem de benim çaya olan sevgimi.Yengem gülerek:”Bugün senin için içmedim çayı, hadi iyisin”dedi.Ben hem mahcup hem de minnet duyarak teşekkür ettim.Bardağımı elime alıp burnuma tuttum, bütün gücümle kokusunu çektim içime, hiç unutmamak için.Sonra gözlerimi açtım.Kaldığım yerden devam etmek istedim, zamanı geri alamadım.Hasan dayım iyi adamdı, babacandı, Allah rahmet eylesin…