#denedim serisi ile adı üstünde deneyeceğiz bakalım… okuyuverin gari ツ
Pencereden baktığımızda tam karşımızdaki köşede görebildiğimiz, eski ve yıpranmış giysileri içinde, ağzında kalan üç beş sararmış dişini göstererek her şeye rağmen yüzüne yayılan kocaman gülümsemesiyle herkesten ve her şeyden kaçıp sessizce yaşayan, kimselerle konuşmayan evsiz kadına ara sıra yemek götürürdü annem.
Hiç kimseden tek bir iyilik beklemeyen ve hiçbir şey kabul etmeyen bu asil kadın, annemin ikram ettiği börekleri büyük bir iştahla yer ve o sıcacık gülümsemesiyle içten bir teşekkür ederdi. Sohbet etmezdi pek ama annemden başkasıyla da konuşmazdı. Sohbetlerine şahit olduğumda ağzım açık dinlerdim ikisini de. Hayatın anlamını anlatan ve öğreten bir kitap gibiydi her sohbetleri. Aslında ne kadar dolu, kültürlü ve hoş sohbet biri olduğunu görürdünüz bu az ve öz konuşmalar boyunca. Nasıl ve neden bu halde olduğunu hiç sormazdı annem. Karşısındaki, kendi hakkında bir şeyler anlatmadıkça meraklı sorular sormazdı çünkü. Ancak bizim gördüğümüz kadını değil de, evsiz zavallı bir kadını görüyordu diğer insanlar ve yargılıyorlardı sanki kendi hayatları çok yolundaymış gibi. Onun için kimselerle konuşmaz, dertleşmezdi o da. Hatta agresif tavırlar sergilerdi kendisine “uzaylı” gibi bakanlara. ‘Deli Kadın’ diye anılırdı bu yüzden. Belki de bunu diyenlerin kendisi deliydiler, haberleri yoktu, kim bilir?
Sokağın köşesinde, karşımızdaki apartmanın önünde, uzunca kapalı bir giriş yolu var. Onun da yan tarafında küçük bir girinti var, kömür vs. konan. Oraya yerleşmiş bir şekilde kadıncağız. Apartman sakinleri istemediler epeyce onu orda. Babam görmüş önce. Kimseye zararı ve gidecek yeri olmayan biri olduğunu anlatmış insanlara. Zaman içinde ona kalacak bir yer ayarlanabileceğine ikna etmiş. Anneme anlattığı anı hatırlıyorum. Hemen bir yiyecek paketi hazırladı evde olanlardan. Gidip tanışacağını ve yiyecekleri vereceğini söyledi. Merakla takıldım peşine; “Ben ne yaparsam veya ne dersem onu yap!” diye tembihledi.
Yanına gittiğimizde çekingen tavırlarıyla yüzümüze bile bakmadı bu ilginç evsiz kadın. Annem “merhaba” deyip kendini tanıttı ve yanına oturmak için izin istedi. Kadın cevap vermedi. Sadece arada kısa bir bakıp gözlerini kaçırıyordu. Gözleriyle ve kafa hareketiyle “otur” dedi annem bana. ツ “Kızımla birlikte açık havada bir şeyler atıştırmak istedik, baktık sen de burdasın, bari iki başımıza kukumav kuşu gibi kalmayalım, bir sohbet arkadaşı edinelim dedik, geldik yanına. Umarım rahatsız olmazsın?.. Sarma sever misin? Kısır ve çay da var. Benim adam pek sever, hep yaparım ben de. Ama hep fazla fazla yaparım, gelen giden olursa diye. Ya da ben arkadaşlarıma götürürüm giderken. Belki arkadaş da oluruz ha? Tabii, istersen. Yoksa lütfen söyle, rahatsız etmek istemem çünkü. Ay, Allah aşkına şunun tadına bak da yorum yap, güzel olmuş mu? Yeşilliği biraz daha az koy dedi benim adam. Ama olmaz ki?! Salata gibi bol koymak lazım halbuki. Dene bakalım, sen ne düşüneceksin?..” dedi gülümseyerek. Annem bıcır bıcır konuştukça, kadın da daha cesur bakmaya başladı yüzümüze. Hatta gülümseye yazdı. Hiç konuşmayan kadına, türlü şeyler anlattı annem hiç susmadan. Yarım saatin sonunda çay ikramını kabul etti kadıncağız. En son, yiyeceklerin tadına bakmadığı için ona biraz bırakacağını söyleyip izin istedi annem. Bu tanışma, uzun süreli, isimsiz ve çıkarsız bir dostluğun temellerini atmış oldu. Biz ailecek ona ‘Aysel’ diyorduk. O kendi adını bilmiyordu, biz ona bu adı yakıştırmıştık. Çünkü çok ‘Aysel’ gibi görünüyordu; gururlu, mağrur, güçsüz ama ezik değil. Yırtık pırtık giysileri içinde, yıkanmadığı için kapkara olan suratına rağmen ay gibi parlıyordu yüzü. Tüm çaresizliğine rağmen ışık saçıyordu gözleri.
Hava soğuk ise annem yaptığı sıcacık tarhana çorbasını Aysel ile paylaşırdı. Zaten ne zaman görsem annem, Aysel’e bakıyor olurdu pencereden. Boğazından doğru dürüst lokma geçmez, çayını en sevdiği köşe olan arka odadaki pencerenin önünde keyifle içemez, geceleri deliksiz uyuyamaz olmuştu. Bir gün, hepimiz çoluk çocuk, Aysel’e rahatça yatabileceği bir yer hazırladık. Babamın elinden her iş gelir ve çok merhametlidir. O yaptı, biz de yardım ettik.
Günler geçmiş, hava yavaştan ılımış, bahar gelmişti. Aysel de hala buradaydı. Daha uygun olduğu düşünülen birkaç yer gösterildi ama gitmedi. Evsizler için olan bir yer bulundu ama oraya da gitmedi. Ama annem artık daha çok dert ediniyordu bu kadıncağızı. Temizleyip, paklayıp hayatı sevdirmek ve kendine getirmek istiyordu onu. Çünkü artık iyi arkadaş olmuşlardı ve bu hakkı görüyordu kendinde. Yine bir gün annem; ‘Seni yıkamama ve temiz giysiler giydirmeme izin verir misin? Çünkü, her gün karşımda böyle bakımsız, çaresiz ve umutsuz seni görmek beni çok üzüyor. Sokakta yaşamana dayanamıyorum. Penceremden dışarı bakmaya korkuyor ve kendimden utanıyorum. Silkelenmeni, kendine gelmeni ve bunun için sana yardım etmeme izin vermeni istiyorum. Seni böyle görmek istemiyorum…’ dedi Aysel’e. O ise başını sallarken hafifi gülümsedi ve bir damla yaş aktı sol gözünden. Hepimize öğrettiği gibi; yüreği sevgi, şefkat, merhamet dolu vicdanlı bir kadındır annem. Ve gerçekten Aysel’i, yani evsiz arkadaşını yaşamaya çalıştığı bu kötü koşullardaki hayatından kurtarmak istiyordu belli ki. Yine çaylarını yudumladılar, keklerini yediler, sohbetlerini ettiler ve günü tamamladılar. Annem huzurla ve umutla evine, ailesine, yuvasına döndü Aysel’i her zamanki yalnızlığında bırakarak. Ancak gecemiz oldukça neşeli ve keyifli geçti, çünkü annem ertesi gün Aysel’den gelecek olan muhtemel olumlu cevap için heyecanlanıyordu. En sevdiği programı izleyip, rahatça koydu başını yastığa…
Ertesi gün, her zaman olduğu gibi Aysel’e ‘Günaydın’ demek için pencereyi açtı. Sonra bize dönerek; ‘Aysel nerde, göremiyorum?’ diye sordu şaşkınlıkla. Önce ne demek istediğini anlamadık. Şaşkınlığı yerini endişe, üzüntü ve göz yaşına bırakmıştı. Oysa, sadece dolaşmaya çıkmış olabilirdi. Fakat annem hissettiklerinden emindi. Ailecek dışarı fırladık heyecanla. Gerçekten de o yoktu?! Nereye ve neden gitmiş olabilirdi ki? Kötü senaryoları düşündük hızlıca. Ancak Allah göstermesin ölmüş olsa, yine burada olurdu cansız bedeni, değil mi? Yoksa nadiren yaptığı gibi, yakın çevrede dolaşmaya mı çıkmıştı. Lakin bu saatte hep yerinde olurdu. Telaşe ile düşünürken, etrafa alıcı gözle bakmayı ihmal etmiştik. Aysel’in yerinde yeller esiyordu. Eşyaları; yatağı, ufak masası, giysilerini koyduğu bavulu, vs. hiçbiri yoktu. Aysel gitmişti! Hepimiz sessizce ve endişeyle birbirimize bakıyor, tek kelime edemiyorduk. Annem sessiz çığlıklara boğulmuştu.
Aysel çekip gitmişti! Çünkü, son olarak annem ona; ‘Seni böyle görmek istemiyorum…’ demişti? Belli ki, bunu yük edinmişti ve bizi –kendince- daha fazla üzmemek için gitmişti ay yüzlü Aysel. Bizi onunla ilgili güzel ve buruk anılarımızla bırakıp gitmişti!..
Öylece ve sessizce gitmişti.
Sorulmadık insan, aramadık yer, bakmadık köşe bırakmadık. Ama yoktu işte. Yerinde ona dair bir tek iz bile yoktu işin ilginci. Neredeyse varlığının bir hayalden ibaret olduğunu düşünmeye başlayacaktık ailecek ve hatta mahallecek. Annemi teselli etmek, avutmak çok zor oldu. Babam sıkı sıkı sarılıyordu anneme her fırsatta. Onu anladığını ve aynı şekilde üzüldüğünü ama bazı şeyleri öylece kabul etmek zorunda olduğumuzu söylüyordu her seferinde. Haklıydı belki de.
Üzerinden daha birkaç gün ancak geçmişken, Aysel’in kaldığı apartmanın önündeki girinti, kat kaloriferi için istiflenen kömürle, annemin gözleri yaşla ve kalbi yasla doldu. Kardeşlerime ve bana her zaman pozitif olmayı, güzel bakmayı görmeyi ve düşünmeyi öğreten anneciğim depresif ve melankolik bir ruh haline bürünmüştü. Sabahları çay içmeyi sevdiği arka odadaki köşesine uğramaz oldu. Fakat babamın sabrı, manevi desteği ve bizim gülen yüzümüzle bir süre sonra yine normale döndü. Dönmek zorundaydı çünkü, onun da sürdürmesi gereken bir hayatı ve onu seven ve sorumlulukları olduğu bir ailesi vardı.
O günden sora annem, iyilik yapmayı bırakmadı tabii ama daha temkinli olma ve bu tür sözleri kimseye hiçbir sebepten ötürü söylememe kararı aldı karşındakinin iyiliği için bile olsa.
Çünkü, ‘iyi’ biri de iyilik düşünürken, iyi olsun isterken, istemeden ve farkında olmadan aslında zarar vermiş ya da kırmış olabilirdi diğerini iyi iyi…
Çünkü, iyilik yapmak için bile olsa, karışmamak gerekiyordu bir başkasının hayatına, yaptıklarına ya da yapmadıklarına… Çünkü, bazen bazı insanları ve bazı şeyleri olduğu gibi kabullenmek gerekiyordu belki de…
Kim bilir…
İklim´in Dora´n