Yalnız doğar, yalnız ölür insan. Önce tek, sonra çok, en sonunda yine tek kalır. Buradan hareketle önce kendisinin farkına varır, ardından başkalarını tanır. Kendisini nasıl görüyorsa öyle davranır karşısındakine ve kusurlu yapısı, birbirinin zıttı her türlü özelliği karakterinde bulundurabilme kapasitesi, işleri karıştırır çoğunlukla.
Bu yüzden, iyiden kötüye geniş bir yelpazede ve o derecede zıt kutuplara aynı an içinde çeşitli geçişler, sert savruluşlar yapabilir, üstelik benzer his ve dürtülerle. Aradaki tek fark; bir zaman onları yönetebilirken, artık onların esiridir. Davranışlarının yarattığı fırtınanın ortasında, kendisi dışındaki benlikleri de hırpalarken medet umduğu tüm dengesizliğini maskeleme maharetidir.
Ancak çağımızda her şey giderek şeffaflaşıyor, saklamak ve saklanmak giderek zorlaşıyor. Mekânlar, iletim ve iletişim böylesi kolay erişilebilir bir düzlemdeyken, hadi diyelim ki karakterini perdeledi de yansımasını filtrelemesi kişinin ne kadar mümkündür? Bir siteyi hacklemekten bile daha kolay bu gün insani kusurları deşifre etmek.
Şöyle bir göz gezdirin, medyadaki fotoğraflara ve videolara. Karşılaştırın geçmişle şimdiki zamanı. Bir vakitler başarı ile güzelleşen, takdirle çevrelenen pek çok kişi, artık ne hallere bürünmüşler. İlk başlarda ışıl ışıl parlarken, şimdilerde o ışık kaybolmuş, kimi kez açıklanması güç şımarıklıklarla, kimi kez hazmedilemez saldırganlıklarla çıkıyorlar toplum önüne tuhaf bir aymazlıkla sarmalanmış dağlar boyu egoları eşliğinde. Çünkü geçmişin efendiliği, esarete dönüşmüş. Kişiliklerini, becerilerini, başarılarını, kısaca onları bir yerlere taşıyan tüm güzel özelliklerini yönetmeyi çoktan bırakmışlar. Kim bilir hangi hırslarına yenilmişler.
Yine de en etkilisi yüz yüze iletişim bence. Çünkü çuvaldız başkasına ise, iğne gerektir illâ onu tutan elin sahibine. İşte bu nedenledir ki, herkes, hepimiz sık sık aynaya bakmalıyız: Neler söyler oradaki aksimiz bize?