Avrupa’nın Pek Yanlış Bir Fikri: İttihadcılık ve Türk Milliyyetperverliği

Kaynak belirtilmedi

Avrupa hâlâ hakkımızda bir çok şeyde doğru malumat sahibi olamamıştır. Avrupa’da elan Türk deyince kara yüzlü, koca sarıklı ve pala bıyıkları kulaklarına dolanan, belinde yatağan bulunan bol şalvarı sallanan bir adam tasavvur edenler eksik değildir. Onu Barbaros’un korsanları gibi Akdeniz sahillerini vurur kadından, kızdan erkekten esirler alır savuşur zanneder. Hatta son zamanda o meşhur Türk muhibbi, o büyük yürekli Pierre Loti’nin neşriyatından birinde şu fıkraya tesadüf ettim, ben dahi hayrette kaldım. Pierre Loti diyor ki «Biz Avrupalılar Türkleri hâlâ tanımayız. Size bir misal göstereyim: Ben İstanbul’da iken Paris matbuatından biri, Bahtiyar Pierre Loti! Şimdi Şark’ın her dem bahar ikliminde yaşıyor, biz Parisliler gibi kar, bora ve yağmur göremiyor! Hâlbuki zavallı daha İstanbul’un iklimini bile bilmiyor. Bosfor’da Paris’ten daha şiddetli bir kış olduğunu bile öğrenememiş!» Hakikaten Avrupalılar Şark hususunda bir çok işlerde işte böyledirler.  

Sonra bir de üstüne caba olarak onlar bizi daima fena görürler, iyi şeyleri üstümüze yormazlar galattan galata düşerler. Mesela korsanlarımızdan, korsanların yaptıklarından şikâyetler ederler. Bunları musavver güzel fakat hayalî tablolar yapıp müzelerine korlar. Yine Barbaros’un esir yakaladığına dair meşhur tabloları vardır. Hâlbuki o devri, kurun-ı vustayı düşünmezler, bu gibi adetlerin o vakitte her millette cari olduğunu, Avrupalıların da birbirlerinden, Şark’tan esirler yakaladıklarını unuturlar, kötü şey olunca sade bizi ileri sürerler. 

İşte milliyyetperverlik meselesi de böyledir. Kendilerinde büyük bir fazilet addettikleri bir şeyi biz yapınca hemen onu çirkin bir kabahat bulurlar. Türklerde bu fikir uyanmış ve pek yayılmışsa da bu da yine Avrupa’nın ve bizdeki unsurların milliyyetperverliklerinin bir netice-i tabiiyesidir.

Avrupa ulemasının meydana koyduğu bu dava diğer efkâr-ı medeniyye ile beraber her taraf gibi Şark’a da yayılmıştır. Bunda Türklerin bir kusuru yoktur. Onlar hem bizi medeniyyet fikirlerini almak hususunda müteami, adeta bir taş addederler de sonra yine milliyyetperverlik gibi şeyleri alınca itham eylerler.

Bu babda Avrupa’nın diğer bir yanlışı da İttihadcılık ile Türkçülüğü karıştırması ve ikisini tevem zannetmesidir. Hâlbuki Türkçülük İttihadcılığa bağlı bir şey değildir. Türkçülük Avrupa’dan doğup ziyası Şark’ı da nurlandıran bu şems-i asrın yetiştirdiği ve doğrudan doğruya tohumunu saha-yı millette nemalandırdığı bir çiçektir. Bunu bilmeli ki İttihadcılık ayrı, Türkçülük de ayrıdır. Vakıa İttihadcılar içinde Türkçüler çoktu. Lakin bu hâl bu iki şeyin ikiz olduğuna delil olamaz. Çünkü İttihadcılara muarız olanların, hatta bitaraf bulunan Türklerin de içinde pek çok Türkçü vardır. Bu da bu davayı iskata delildir. İttihadcılık adeta hususî bir tecti nevumma bir dervişlik idi. Teşkilat, umur ve hususat, efkarı kendine mahsustu. Hâlbuki Türkçülük sade bir fırka ruhudur. Onlar aynıyla Avrupa’daki nasyonalistlerdir.

Şuraya sırası düşmüş iken ilave edelim ki vaktiyle Avrupalıların jön Türk ve vieux Türk diye Türkleri ikiye ayırıp İttihadcıları bedenen ve fikren jön, muarızlarını ihtiyar addediyorlardı. Bu da, bu nev hatalarındandır. Hâlbuki muarızların içinde ne kadar, belki onlardan çok değilse de az olmayan bir miktarda gençler vardı, hem kafalı ve münevver gençlerdi. İttihadcılarda da aksi olarak pek çok yaşlılar, ihtiyarlar, hakan-ı mağfur İkinci Abdülhamid mektebine, hizmetine, zihniyyetine mensub insanlar dolu idi. Avrupalılar bu gençlik ve ihtiyarlık devri geçti de hâlâ bunu anlayamadılardı. Bugün de bu makalenin mevzuu olan bu meselede de hatadadırlar.

Türkçülük İttihadcılara has değildir ve onlarla beraber doğmamıştır. Esasen bu fikir yıllardan beri Rus kanlı boyunduruğu, zulmü altında inleyen Rus tâbiiyyetindeki Türklerde fiilen başlamıştır. Oralardan büyüdükten sonra biz Osmanlı Türklerine geçmiştir. Balkan Harbi’nden evvel Türkiye’de bir çok anasırın bulunması ve adedlerinin mühim bir yekûna bâliğ olmasını nazar-ı dikkate alan dürendiş Türkler Türkçülüğe, sebeb-i tefrika olur diye, güşayiş vermiyorlardı. Balkan Harbi tasfiyyesinden sonra ise anasır-ı gayr-ı Türkiyye azalmış ve Türkler büyük bir ekseriyyet hâlinde kalmış olduğundan artık bu ihtiyata lüzum kalmayarak Türkçülük açığa çıkarılmıştır. İttihadcılar o vakit resikârda bulunmalarıyla ve içlerinde birkaç da pek galeyanlı Türkçü bulunması hasebiyle hükûmetlerinde Türkçülüğe daha açık bir hizmet meşhud oluyordu. Hatta bu sefer Türkçülüğün bize Rus Türklerinden geldiğine bir delil de İttihad hükûmetlerinin içinde Türkçülük gayretiyle en ziyade temyiz edenler ve hükûmeti daima bu yola teşvik edenler Rusya’dan bize gelme Türkler idi.

Vakıa onlardan evvel bizde Türkçülük başlamış idi. Suavî’nin bütün muharreratı baştan aşağı okunursa onun Türkçülüğünün vüsat ve ehemmiyyeti, bu babda gösterdiği gayret görülür. Hatta o, Devlet-i Osmaniyye toprağına Türkistan adını vermişti. Bizde ondan evvel de bu fikri yazan, meydana koyan daha eski Osmanlı uleması olsaydı Suavî’ye bu fikrin pîri diyecektim. Lakin evvelkiler gibi bu büyük adamın Türkçülüğü de saman alevi gibi parlayıp sönmüş, ziyası sade kendi etrafını nurlandırıp bitmiştir. İşte bu da gösteriyor ki Türkçülük İttihadcılarla doğmamış ve onlara has değildir. Onlar yalnız bu fikri ellerinde bazı siyasetleri için alet etmişlerdir. Bu fikir müstakildir, bu memleket için prensipler üzerine doğacak fırka ruhudur. Bundan başka bugün İttihadcılara düşman ne kadar cereyanlar ve galeyanlar vardır ki onlardaki ruh sade bir Türkçülüktür. İşte bu da gösteriyor ki Türkçülük İttihadcılarla doğmamış ve onlara has değildir. Onlar yalnız bu fikri ellerinde bazı siyasetleri için alet etmişlerdir. Bu fikir müstakildir, bu memleket için prensipler üzerine doğacak fırka ruhudur. Bundan başka bugün İttihadcılara düşman ne kadar cereyanlar ve galeyanlar vardır ki onlardaki ruh sade bir Türkçülüktür. Hem bu galeyanların masdarları genç ve dinçtirler.

Zaten bu öyle bir cereyandır ki tabiîdir, asrın, medeniyyetin mühim bir lazımesidir, önüne geçilemez, bunu hatalı görmek isteyenler Nil’in Akdeniz’e aktığını galat-ı tabiat addedenlerdir, onu aktırmamak, mecrasını değiştirmek zehabında bulunanlar, Nil’i tersine akıtmak isteyen Firavun mevkiine düşerler. Bu her millette olduğu gibi Türklerin de hakkıdır, meşrudur, asır icabı, tabir-i fennîsiyle tenasül-i binefsihi ile, doğmuştur.

Doktor Rıza Nur 

 

Türk Bilgesi
Bilgiyat aktarımı
Önceki
İhtimallerin Heyecanına Seviniyorum
Sonraki
YALNIZLIĞIN ANATOMİSİ

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.