2019 yılı sonunda Netflix ikinci Türk dizisi Atiye’yi yayınladı. Zaten her yerde boy boy reklamlarını görmüşsünüzdür. Ne çok yerli yapım takip ederim, ne de Netflix izlerim. Ama Netflix gibi sektörde küresel ölçekte başarıya ulaşmış bir şirketin elinden çıkan bir Türk dizisi olduğu için eleştirel bir gözle izlemeye karar verdim. (Sinefil falan değilim, sadece sinemayla aram iyidir.)
Öncelikle 8 bölümlük bu tek sezonu henüz bitirmedim bile. Sezonun tamamını izlemeden bir şeyler yazmak istememin sebebi, dizinin kendisinden çok dikkatimi çeken bir konuya değinmek.
Dizide Atiye’nin erkek arkadaşı Ozan’ın babasını oynayan bir karakter var. Tim Seyfi tarafından canlandırılıyor. Oldukça zengin ve önemli bir iş adamı olduğu belli olan bu karakteri dizi içinde İtalyanca, İspanyolca, Almanca, İngilizce gibi pek çok dili konuşurken görüyoruz. Her ülkeden adamla, her milletten insanla birtakım bağlantıları var.
Burada küçük ama pek de önemli olduğunu sanmadığım bir spoiler vermek durumundayım: Bu adamın oğlu Ozan ile Atiye evlilik kararı alıyorlar ve sonraki bölümde bir kız isteme sahnesi görüyoruz. Burada Ozan’ın babasını “Allah’ın emri, peygamberin kavliyle…” diye klasik bir girişle kızı istiyor.
Üstelik bu öyle dindar, muhafazakar bir aile ortamı da değil. Dizide cinsellik, alkol gibi öğeler de mevcut. Yine de böyle bir yaşam tarzının, bulunduğumuz topraklardaki din kültürüne karşı olmak için bir gerekçe olmadığı çok iyi aktarılmış.
Şimdi bu küçücük detayı nerelere bağlayacağıma şaşıranlar olacaktır ama ben kendimi tutamadım, bağlayacağım 🙂
Türkiye’de ne yazık ki seküler değil, laikliği din karşıtlığı seviyesinde yaşayan bir kesim var. Laiklerin bu din karşıtlığı, dindar kesimde ters teptiği için kutuplaşmamıza yol açıyor. Sonuç olarak da iktidara gelen kendi kesmini savunmak durumunda kalıyor.
Belli ki sezon sonuna doğru kötü adam çıkacak gibi duran bu karakterdeki seküler tavrı görünce, “Bizde neden böyle dini hassasiyetleri olan zengin, eğitimli ve seçkin kişiler yok?” diye hayıflanıyor insan. Netflix’in mide bulandırıcı seviyedeki propaganda amaçlı mesajlarını, aşılamaya çalıştığı fikirleri bilirsiniz. Benim de herkes gibi Netflix’e mesafeli yaklaşmamın sebeplerinden biridir bu. Ancak bu konudaki hassasiyetlerini takdirle karşıladım. Gerçek hayatta göremediğimiz halde ekrana yansıttıkları bu dini tutumu, nelerin mümkün olabileceğine dair küçük bir simülasyon gibi seyrettim ve büyük keyif aldım.
Ülkemizde yaşanan din eksenli bu kutuplaşma devam ettikçe, iki taraf da birbirinden faydalanamadığı gibi, birbirini aşağı çekmeye devam edecek. Sonuç olarak Türkiye, nesiller boyunca “büyük potansiyel vadeden genç nüfuslu bir ülke” olarak kalacak. Bu potansiyeli nesillerdir realize edemediğimiz gibi, anlaşılan etmeye de hiç niyetimiz yok gibi duruyor…