Milli Meclisimizin 23 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Atatürk tarafından dualarla açıldığı günün nişânesi olan 29 Ekim 1923 Cumhuriyetimizin kuruluşunu milletçe sevinçle çok değil, geçenlerde kutladık. Sokaklar Al bayrağımızın renkleriyle rengârenk donanmış; yine birçoğumuzun balkonunda dalgalanan Şanlı Bayrağımız insana yıllarca hatta asırlarca aynı mozaik içinde yoğrulmuş muhteşem bir Millet Ailesinin resmini gösteren yapbozun güzel parçalarını anımsatıyordu. Bunun haricinde etkinlikler, sahnelenen güzel oyunlar, şu hayat denizinde toplumumuza birer aydınlatıcı mum ışığı olan nice değerli sanatçımızın anlamlı ve güzel paylaşımları… Bunun yanında güzel Anadolumuzun her karış toprağından renkler barındıran, estikçe buram buram memleketim dört bir yanı kokan türkü ve şarkıların hoş ezgileri de alıp götürüyor bizi başka diyarlara. Kimi zaman ilkokula gittiğimiz o günlerde hep bir ağızdan İstiklal Marşımızı okuduğumuz o temiz çocukluk günlerine, kimi zaman o yıl hiç mezun verememiş okullarımızın olduğu Kurtuluş Savaşı günlerine; bazen ise hep birlikte bir sofra etrafında toplandığımız tatlı muhabbet günlerine, bazen de yaşanmış bir ayrılık hikayesine götürerek kâh güldürüyor kâh ağlatıyor bizi bu türküler ve şarkılar. En güzeli de Mehmet Âkif Ersoy’un ”Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak” dediği aile ocaklarımız kurulurken yaptığımız şen şakrak düğün-derneklerde gösterir kendini bu ezgiler. Hem güldürür hem ağlatır dedik çünkü biz gülerken içten gelen çoşkulu duyguyla da ağlamanın gururunu yaşayan bir Milletiz. Bunu çocuğumuzun okula başladığı ilk günden tutun tâ mezun olduğu günde; asker uğurlamalarımızda; düğün derneklerimizde görürüz. Hatta bu hâl, Ay Yıldızlı Milli Takımımızın oynadığı maçlarda bile tribünlerde belli eder kendini. Bir bakarız al beyaza boyanmıştır her yer. Tıpkı gönül ufuklarımızda olduğu gibi.
Ben bu güzel günde Antalya’daydım. Antalya demişken Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ünlü sözünü unutmamak gerekir:
”Hiç şüphesiz Antalya dünyanın en güzel yeridir.” Gazi Mustafa Kemal
Cumhuriyet meydanında Volkan Konak konseri vardı. Güzel Cumhuriyetin güzel insanları meydanı hınca hınç doldurmuştu. Coşku ve kalabalık öyle güzeldi ki insan bu ülkenin bir bireyi olmaktan gurur duyuyor. Cumhuriyetimizin kurulmasının sevinç gözyaşlarıyla kutlandığını görüyor insan. Çocuklar, gençler, yaşlı ama genç ruhlular, konseri yan yana izleyen çiftler hep beraber güzel bir renk cümbüşü oluşturmuştu. Bu arada Kuzeyin Oğlundan birbirinden güzel şarkılar-türküler seslendirildi : Mimoza Çiçeği, Nefesim Nefesinde, Çıkın Çıkın Aşkın Meydanına ve tabii ki de Cerrahpaşa..
Volkan Konak olur da Karadeniz fıkrası olmaz mı? Konserden önce Volkan Konaktan dinlediğimiz bir fıkra:
Ha uşağum adamin biri yolda yürürken yanından araba geçmuş. Arabadaki, ”Ula uşağum közin kör mi niye kaldirimden gitmiyirsun da yoldan gidiyorsun?” demiş. Yolda yürüyen adam da: ”Ha uşağum var say ki ben ağacum.” demiş ……
Konserde şarkılar türküler söylenirken konser alanının arkasındaki ekranda da birbirinden değerli sanatçılarımızın, düşünürlerimizin resimleri de zaman makinesinden çıkan film şeridi gibi akıp gidiyordu.
Cerrahpaşa eserinin hikayesini de ayrı bir yazıda yazacağım…(Yazacağum yazacaktım az kalsın…)
Bitime yakın eşlik edilerek söylenen İzmir Marşından sonra her birimizin ayrı ayrı düşüncesiyle, yaşantısıyla Asr-ı Cumhuriyetin değerli birer üyesi olduğumuzu belirten güzel mesajlar verildi. Umarım İzmir’in dağlarında açan çiçekler olan yeni nesiller bu bereketli topraklarda açtıkları her yerde Mehmet Âkif Ersoy’un ”Verme dünyaları alsan da bu Cennet Vatanı” dediği bu güzel Vatanın sarsılmaz birer neferi olurlar. Bu topraklarda yaşamanın verdiği gurur gözyaşlarıyla konser bitti. Konser alanında aynı renklere bürünen insanlar , konser biittiğinde evlerine dörken ayrılmaz ve bütün iki renge boyuyorlardı tüm sokakları.
Nice asırlara diyelim….