Rüzgar estiği yere savurdu aşkı ,kâh kederli çöllere, kâh ıssız yüreklere…
Ve, artık sürgündü aşk.Açıkçası kendini ne için sürgün ettiğini dahi bilmiyordu.Tek bildiği yüreğini yakan bir şey vardı ve belkide bunun peşindeydi Peki yüreğini bu kadar yakan neydi ,neyin nesiydi.bu konuda bi’ fikri yoktu.Bildiği tek bir şey vardı oda kendisine verilen görevdi Sakın sanmayın ki aşk sevmiyordu görevini, aşk ki bir çok yüreği birbirine bağlayandı aşk ki mecnunu çöllere düşürendi nasıl sevmezdi bu kutsal görevi ama derdi görevi değildi ki içini yakan bir şey vardı Bu kadar yakanın ne olduğuydu merak ediyordu sadece. İşte, bu acı sürgünde burda başlamıştı.
-Ey! her derde derman veren ya Rab,ben niçin bu kadar dertliyim?
Ve sorgularken her şeyi, durdu ve içinin içinden şunları geçirdi,
– Ah benim canım , derdi veren dermanını da vermez miydi. Sen bu cihana derman verensin sende gidersen ne olur bu beşerin hali.Ve İşte aşk avutmuştu kendini.
Yıllarca dağıtmaya devam etmişti o güzel hissi.Bir gün yine dağıtırken güzelliğini ,bir kelime duydu ‘Sevgi’.İnsanlar sanki büyülenmişçesine dilllerinde dolandırıp duruyorlar ve o kadar güzel söz ediyorlardı ki aşkta bir anda bu güzelliğin etkisi altına girmiş ve sevgi kelimesini duyduğunda da içi içine sığmamaya başlamıştı .Zaman geçtikçe yıllardır içinde olduğu boşluğun yavaş yavaş kapandığını fark etmişti.
Ancak aşk asırlardır var olmuş olsa da bir yanı hep eksik kalmış ve bu boşluğa alışamamıştı.Artık fark etmişti ki onun yarısı sevgiydi. Tabi aşk kavuşmak isterdi sevgilisine ama bu dünyada kavuşamayacağını da bilmezdi. Ancak kıyamet günü Mecnun Leylasına ,Ferhat ise Şirinine kavuştuğu zaman aşkta aşkına kavuşacaktı.
.