Gerçek bir yaşam öyküsüne dayanan film, geçmişin aşklarını günümüzün ilişkileriyle karşılaştırırken seyircisini 60’lardan günümüze uzanan romantik bir yolculuğa çıkarıyor. Bir arkadaşını düşündüğün anı hatırla, beş dakika sonra beklenmedik bir çağrı geldiği oldu mu? Arayan oydu değil mi? Birçok kişi buna tesadüf diyecektir. Bu tür olaylara olan dikkatiniz arttığında düşündüğünüzden daha çok gerçekleştiğini ve bir anlamı olduğunu fark edeceksiniz. Tek yapmanız gereken daha fazla dikkat etmek…
Filmin iki bölümü var: biri 1963’de İstanbul’da geçen bölüm, diğeri günümüz Ankara’sında. İzleyeli bir süre oldu. Aklımda daha çok 63’lı yılların tatlı nostaljisi kalmış. O bölüm daha mı başarılı, ya da şimdi insanlar daha mı tatsız, ilişkiler daha mı günü birlik, daha mı sağlıksız? Her neyse, konuşacağız,
İpek Sorak‘ın gerçek bir olaydan esinlenerek yazdığı öyküye dayanarak hazırlanan senaryo, Ömer Faruk Sorak ve İpek Sorak tarafından yönetilmiş. Tatlı bir nostalji dedim ya, 60’lı yılların atmosferi, çok başarılı olarak yansıtılmış. Sanat yönetmenini kutluyorum. Evlerde buluşulup dans edilen çay partileri aynen öyle olurdu. Muhallebicide buluşup sütlaç yemeler daha eski, bilemiyorum. Mektup yollayıp konuşma teklif etmeler çok masum! Şimdi barda tanışıp hop iki tekila şat ve yatak! Hayat hızlı gidiyor. 60’lı yılların aşıkları birbirlerine whatsapp’tan yazamıyor, mahallenin çocuğuyla el yazılı mesaj yolluyor, en fazla göz göze bakışıyorken yeni aşıklar yataktan çıkamıyor! Ama sorarsan bu bir ilişki değil, tanışma dönemi!
Eski İstanbul ve Ankara
Eski İstanbul yansıtmaları, Galata çevresi ve Balat ile halledilmiş. İç mekanlar şahaneydi. Günümüz Ankara’sını ise bulamadım, hatta Ankara’da olduğumuzu konuşmalarından anladım! Dış mekan çekimleri olmadığı için mi? Ankara çok değiştiği için mi? İç mekan olarak konservatuar, gece klübü ve bir lokanta, oraları da, Ankara gibi değil, İstanbul gibiydi. Ya Oyuncular? Bir aşk filmi için gençler gayet başarılı. Nesrin Cavadzade, Yiğit Kirazcı, Elif Doğan ve Aytaç Şaşmaz sevgili çiftleri olması gerektiği gibi canlandırıyor. Zaten Nesrin Cavatzade, güzel ve yetenekli bir oyuncu. Her kalıba uyuyor, iyi kız da olabiliyor, kötü kız da!
Elif Doğan‘la ikisinin filmde bize sürprizi, aynı zamanda kendi sesleriyle şarkı da söylemeleriydi ki, sonunda “Bir rüya gördüm dün gece“yi birlikte okuyup üstelik klip yapmışlar, çok tutar. Tabii filmin sürprizi ise sonunda: Zuhal Olcay ve Uğur Polat final sahnelerinde ortaya çıkıyor ve beklenmedik olaylar gelişiyor.
Kıbrıs Olayları düşündürdü..
Filmin en dokunaklı ve başarılı sahneleri 60’lı yılların siyasi olaylarının anlatıldığı sahnelerdi. Hele Kıbrıs olayları ve Türklerin öldürülmeleri sonunda bir grup Rumun 24 saat içinde bütün mallarını Türkiye’de bırakarak, alyanslarını bile çıkarıp, yanlarına değerli hiç bir şey almalarına izin verilmeden otobüslere bindirilip Sirkeci’den Yunanistan’a otobüslerle yollanma sahneleri çok gerçekçi ve acıklıydı. Doğrusu mübadele sonrası böyle bir zorunlu göç yaptırıldığını bilmiyordum! Ne büyük acılar çekmiş insanlar, “Burası bizim memleketimiz, biz kimseye bir şey yapmadık ki” diye ağlaya ağlaya gittiler.
Daha sonra Atina’da Türk mahallesinde rastladım onlara, orada da Türkiyeden gelmiş oldukları için itilip kakılıyorlardı! Ya aşk? Ya travma? Ya güvenememek, sevememek? İşte onlar hep bu geçmişin izleri, kalıntıları. Bu ayrılıklar, bu terkedilmeler, bu yarım kalan aşklar öyle yaralar bırakıyor ki insanda, sevmeyi, birlikte yaşamayı da bilemiyorlar. Evet, klişe bir öyküden bir aşk filmi ama filmin sonunda gerçek bir aşk hikayesinden uyarlanma olduğu netleşsin diye gösterilen sararmış fotolar, bunlar da olabiliyor diye su serpiyor yüreğime.
“Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin”. ve unutmayın tekrar ediyorum. “Aşk sevmekten vazgeçmemektir.”
Osman Güner