KİMİ İNSANLARDA:
İçindeki bazı duygularla vedalaşmış, kelebeklerini öldürmüş, hayata karşı daha realist bir bakış açısını benimsemiş, insanlarla aralarında taştan duvarlar örmüş hatta ve hatta surlar çekmiş insanlarda aşkı bulmak, eskiden çok kolaydı biliyor musunuz?
EN ÇOK ONLARDI:
En çok onlar çabalardı hayatta, herkesten çok onlar severdi belki de. Onlar mutlu etmek isterlerdi sevdiklerini, elleri taşın altından çıkmaz, kıyafetlerindeki emeğin o huzur veren, büyüleyici kokusu hiç gitmezdi üstlerinden, sinmişti zira bir kere.
Kendilerinin önüne başkalarını koyar, her seferinde “O/Onlar mutlu olsun ben zaten mutlu olurum” düşüncesiyle hareket eden, kendinden ziyade başka insanları düşünen bireylerdi onlar bir zamanlar, günümüzde duygusuz olarak lanse edilmeleriyse yalnızca bir perdeden ibaret. İçerideki karmaşayı, yitip giden insan sevgisini, doruklarda yaşanan aşk duygularına tanık olmadığımız için, onlara baktığımızda “Bunun nesi var, sevse harika sever, neden ciddi bir yola girmiyor” diye düşünmemiz, gayet normal, neticede bazı insanların adı aşkla birlikte yazılır, aşk onların olmasa bile onlara hep yakışır.
Sevgileri dillere destan nitelikte olur ve bir bakarız, yanında karşı cinsinden birini yalnızca arkadaş penceresinin ardından gördüğümüz insanlar, romantizm konusunda kitlelere uzaktan, yakından, her şekilde ders verecek seviyeye gelmişlerdir ve bu alelacele bir geliş de değildir hiç şüphesiz.
İNSANIN İÇİNDE OLANI ÖLDÜREMEZSİN:
Bize her ne kadar bu birdenbire olmuş gibi gelse de işin aslı hiç öyle değil. Bahsi geçen duygular, evet, bu yazının kahramanı niteliğindeki insanların içinde o duygulara veda edildiğinden, öldüğünden bahsetmiştim daha ilk satırlarda keza. Yine de bu duyguların, temelli sonra erip yok olduğunu ve bir daha asla geri dönmeyeceğini söyleyemem.
Kasın nasıl hafızası varsa, spora ara veren bir vücut geliştiricinin, kendini ilk başta topladığı süreye nazaran çok daha kısa bir süre de topladığı görülüyorsa hayatta, emin olun hislerimizin de bir hafızası var, üstelik kendilerini dondurucu misali, ilk günkü tazeliğinde tutacak kadar güçlü hafızaları var.
Yalnızca bazı duyguları yeniden uyandıracak o insanların gelişi bekleniyor, dondurucuya tekrardan gidilmesi için. Aksi takdirde her hissedilen rüzgârda kalkıp hislerimizi tazeler, dondurucudan bir al bir bırak yaparsak, asıl o zaman bayatlar, işte o zaman gerçekten yok olur mevzubahis duygular.
Al bırak yaptıracak insanlardan da uzak durmak gerek evvela o insanlardır bizi bazı mutluluklara küstüren, fedakâr, cefakâr bir insanken, kendi keyfine düşkün, benci bireyler haline getiren.
Belirsizliğin olduğu her yerden kaçmak gerekir hayatta ki belirsizlik bir kalbi aşka küstürebilecek unsurlar arasında en kuvvetlisi, en uzun sürenidir. Son bulmayı bilmez, parktan evine dönmek istemeyen çocukların “5 dakika daha anne” söylemleri gibidir, o 5 dakikanın biteceğini bilmesine rağmen yine de durabildiği kadar parkta durmak, sallana bileceği kadar salıncakta sallanmak, kayabileceği kadar kaydıraktan kaymak ister çocuk, tıpkı umudunu kesmesine rağmen halen daha denemekten vazgeçmeyen sevgililerin, gözlerindeki ışığın son zerresini de kaybedene kadar buluşmayı sürdürmeleri gibi.
Seçim hakkı bizde olduğu sürece belirsizliğin bile olumluya yakın olanını seçmek gerekir, hayatı yaşamaya zorunda olduğumuz anlardan biraz daha zevk almak istiyorsak şayet.
AŞKA KÜSEN ŞAİRİN DE YENİ ŞİİR YAZMASI MÜMKÜN:
İçindeki duygularla vedalaşmakta olan bir şairin kaleminin köreleceğini söyleyen, sayanı, seveni çok olur hayatta, futbolcuların biten ilişkilerinin onların saha içi performanslarına yansıması, bir kafe işletmecisinin eşinden boşandıktan sonra işine kendini verememesi, sohbetiyle meşhur olan taksicilik mesleğindeki taksicinin, ailevi meseleleri sebebiyle ağızını bıçak açmaması gibi, normale kaçan böyle durumlarda insan en çok takip ettiği fenomenleri, okuduğu yazarları, izlediği kanalları düşünür ve onların da ışıklarını kaybetmelerinden korkar.
Birçoğu da gerçekten kaybeder aslında, kendini yeni yeni piyasaya tanıtan insanların büyük bir kısmını sırf aşkın, hayatlarında açtığı yaraların üstesinden gelememeleri sonucu kaybeder, kendilerini hiç tanımamak üzere monoton bir yaşama uğurlarız.
İşin içinden çıkmak için aslında ilhamın geldiği en güzel yer olan sokağa, insanlara, hayvanlara, olaylara bakmak gerekir, aşka şiir yazamıyorsak şayet gözümüzün gördüğü gündelik detaylara âşık olup onlardan konu üreterek onlar hakkında şiirler yazabiliriz, bir bahanenin arkasına kendimizi gizleyip “Asla sevmeyeceğim” tiratları atarak bir yere varamayız bariz şekilde kendimizi bataklığa sürüklemenin dışında tabi.
Tamam, biraz da olsa gözümüzdeki ışığı kaybedip, hadi belki de bir süre boyunca depresif takılarak hayattan insanların da aldığı zevki sıfıra indirecek türde sıkıcı, heves öldüren insanlar olabiliriz, yaşam enerjimiz tek bir insanla olan vedalaşmaya bakılarak uzun bir kış uykusuna yatabilir ama geçen zamanda kaybettiklerimizi bize bizden başka kimse veremez, böyle yaparak da dahasını kaybeder, kalemimizi kırar, sosyal medya hesaplarımızı kapar, profil resimlerimizi kaldırıp, saç sakal uzatır göbek salar, ucu bucağı olmayan bir anti yaşam vadisine ilerleyip dünyamızın rengini soldururuz sadece.
Bizi onlar değil, biz bitirmiş oluruz, cevherlerle dolu kağıtlar çöpleri boylar, altın kaplamalı fikirlerimiz unutulur bizim tarafımızdan, eğlencenin dibine vuracağımız gün içi fikirlerimizi saçma sapan bir depresyon çukurunda boğulmakla meşgul olduğumuz için asla fiiliyata dökemez, sıkıntıdan patlayıp hayatımızdan giden insanlara yükleriz vebalini.
Aynaya bakmaya korktuğumuz için yaparız bunu, daha iyi olsaydık bizi seçeceklerdi diye düşünmeden yalnızca gittikleri için tüm suçu onlara yıkarak, kendimizi haklı çıkartırız, olayları farklı lanse ederiz keza, hikayelerin iki yüzü vardır sonuçta, yeterince olgun değilse o hikayeler, iki yüzü de birbirinden ak aktarır kendini, diğer yüzüneyse karalar çalar. Beyaza yakın anıları siyahlaştırır, tek haklı hikâye onun ki karşı tarafsa hep aptalın teki.
Böyleleri değil bir daha şiir yazmak, ellerine kalemi bile zor alırlar, hayatın onlara bahşettiği yeteneğe ihanet ederek zehir saçan bir insan haline gelmiş, güzel geçen zamana ihanet etmişler onlar, sizce insanlara dokunacak özel yazılar, zihinlerinden akıp dökülür mü onların suçlamaya meyilli parmaklarına?
Diğer bir pencereden, olgun bireylere bakmamız gerekirse eğer, yeteri kadar olmuşsa sevginin demleri, o zaman konu pek fazla uzatılmaz, dertli gecelerin haricindeyse ona buna kıymetli geçen zamanların, can sıkan, moral bozan, olumsuz yanları anlatılmaz.
Böyle şairlerde şiir yazma kaldıkları yerden devam edebilirler, hayat kalemlerini ellerinde eskisinden de sıkı tutarak üstelik. Onlar için her şey bir umuttur hayatta, çocukların gülüşlerine kitaplar yazmak isterler, dumanı üstünde tutan evin içindeki hikâyeyi kendileri kurgularlar, baktıkları yerlerde hatıralar vardır hiç yaşamadıkları, olaylara anlamlar yüklerler ve hayata farklı bir pencere açmak isterler.
ASLINDA GEREKMEZ BİLİR MİSİNİZ:
İyi bir şair olmak için yazmanız gerekmez, yetmez de gerçi ama orası ayrı konu.
İyi bir şair olmanız için hayata farklı pencerelerden bakıp hikayeler bulmanız, üretmeniz gerekir, şairlik yalnızca güzel ve uyumlu yazı sanatı değildir, güzel ve uyumlu bir biçimde hayatı görebilmektir, insanlar şair olmayı büyülü bir iş zanneder. Hiçte öyle değildir, teknolojinin henüz tek tük olduğu yıllarda bile onlarca şair vardı, bir kısmı yazmıyordu bile. Bu mesleğin icrasını yapabilmek için sadece yazmanın gerektiğini düşünürsek eğer başarımız, mesleki dereceyi geçemez, insanlara dokunamayız.
Yerdeki bir çakıl taşının bile bize dokunabiliyor, yeri geldiğinde canımızı yakıp, bazen de yüzümüzü güldürüyor olması gerek, o taşın karşımıza çıktığı anların birinde, bize umut olması, kalbimizi kırması gerek, ufkumuzu açması, aydınlatması, taşın bize bazı hisleri verebiliyor olması gerek.
Onu yalnızca bir taş olarak görmeye devam ettiğimiz sürece istersek dünyadaki en güzel şiirleri biz yazalım, yine de bir ölçüyü asla geçemeyeceğiz.
Hayatı tam anlamıyla anlamak için klavye tuşlarına basmak ya da kalemle, kağıdın üzerine manalı manasız sözler yazabiliyor olmak yetmez, kağıda sadece baktığımızda bile onun belli bir kısmını dolduruyor olmamız gerekir.
SADEDE:
Sadede gelmek gerekirse giden bir sevgilinin, biten bir sevdanın ardından oturup hayata küsmek, kıymetli duygularla aramıza mesafe koymak, bize çocukların gülümsemelerini fark ettirmeyi bırakır, evlere hikayeler yükleyemeyiz, taş ise yalnızca milyarlarca taşın yalnızca birinden ibarettir artık bizim için.
İlişki bittikten sonra gelen çöküş sürecini en tatlı, kısadan hisse düzeyde atlatıp hayatın gelecekte karşımıza çıkartacağı güzellikleri görmeye devam etmek, sanırım yapabileceğimiz, en doğru şey olur.