Arzu ve iktidarsızlık. İlkini istek, heves, ikincisini ise güç eksikliği olarak yorumlasak aslında, iki kelimenin de ikinci anlamı cinselliktir; yani cinsel istek ve cinsel iktidarsızlık. Genelde günlük yaşantımızda ilk anlamını kullanır, hatta iktidarsız kelimesi zor geldiğinden güçsüz kalmayı kullanırız. Bir genç telefon almayı arzulayabilir veya bir baba çocuklarına sağlıklı bir yaşam sunmayı isteyebilir. Peki bir genç veya baba bu arzularını yerine getiremez ise ne olur?
Genelde bir gençte kin, öfke, nefret duygusu ortaya pek çıkmasa da (en azından beklediğinin gerçek dışılığından dolayı) bir baba da bu duygu ortaya çıkabilir. Bu öfke ise kendinde bir suçluluk duygusu uyandırır. Suçluluk duygusunun ötesinde ise bir kendini beğenmişlik yatabilir. İşte, olayların başlangıç noktası da burasıdır. Artık baba, öfkesini kontrol edemediğinden olayları çatık kaşlı izler ve not eder. Baskın bir güç olarak, ailede kendi söylediğinin yapılmasını söylemez, emreder. Aksi takdirde oğullarını evden kovabilir, eşini hırpalayabilir. Aslında iktidarsızlık, yani, arzunun yerine getirilemeyişi, onu en acımasız bir diktatör haline getirmiştir. Bu eksikliğin ortaya çıkardığı kendini beğenmişlik, bazen alaycı bir tavır da alabilir. Diğerlerinin ne olduğu ve ne konuştuğu onun için önemli değildir artık. Onun için diğerleri; ‘şunu şöyle yapamaz mıydı?’ ‘o halde haketti’ cümleleriyle nitelenir. Yani eksiklik, kendinde aşırı özgüven, ‘her şeyi yapabilirim’ duygusu yaratmıştır. Bu duruma karşı çıkan da yoksa neden yapmasın ki?
Aile artık dağılmış ve tek bir kişinin sözüne bakmaktadır. Aile yapısı bozulursa, devlet bozulur. O halde aileyi iyileştirmek lazım fakat diğer bireyler ne haldedir? İktidarsızlık ilk önce babaya vurmuş, onda kendini yetersizlik duygusuyla beraber her şeyi yapabilirim hakimiyeti sağlamıştır. Diğerleri ise babanın gücü karşısında kendini yetersiz hissetmiş ve babanın durumunu, halini, ailenin diğer fertleri almıştır. Hıncını ailesinden çıkaran baba, arzusunu dışarda yerine getiremediğinden, güçsüzlüğünün hakimiyetini ailesi üzerinde kurarak, kendini beğenmişlik duygusu içinde, arzusunu bir türlü boşaltabilmiştir. Yani öfke arada bir akıp gitmiştir. İktidarsızlığının öfkesini dışarı atamayan diğer bireyler ise, ahlaki gelişimini tamamlamaya çalışan bireyler haline gelmiştir. Artık, güç karşısında içini zehirleyen bir ahlak vardır karşılarında. Onları hayata bağlayan, belki de ayakta kalmalarını sağlayan tek şey inandıkları ahlaktır. Babanın emrine itaatsizlik düşünülemeyeceğinden, sabır, alçakgönüllülük gibi duygularını geliştirmişlerdir. Ailenin fertlerinden bazıları bu durumu bir hikmet kapısı, bu dünyanın sınavı olarak görmektedir. Artık onlarda zihin, kendini gerçeklikten aralamış ve bir ötedünya yaratmıştır. Fakat öfke hala yerinde durmakta ve örtülü ahlakın arkasında gizlenmiş durmaktadır.