Arkadaşlar ve Yoldaşlar

Fotoğraf sahibi: Blaque X (@Blaque X on Pexels)

“Nasıl olduysa buldular bizi.”

“Nasıl buldularsa buldular. Ne yapacağız? Ne silahımız var ne de karşı koyacak gücümüz.”

Okyanusun belli olmayan bir yerlerinde, hoş görünümlü lacivert suların üzerinde birazdan çıkacak fırtınaya dayanamayacağı her halinden belli olan kırık dökük bir gemi. Güvertede çıkan sorundan dolayı kendi iradesiyle ilerlemiyor, dalgaların keyfi nereye eserse kendisi de orada sürükleniyordu.

Henüz sonlanan iç savaş yüzündendi. Yaptıkları yağmalarla ceplerini pek bir doldurmuş olsalar da, düne kadar üniversite sıralarında devrimcilik oynayan eşitlikçi küçük veletler savaşın sonunda hükümeti devirip iktidarı eline geçirdikten sonra diktatörlük yönetim şekillerini olanca hızıyla halka dikte etmeye başlamasıyla, ‘özgürlük’ arayışlarına ara vermek zorunda kalarak işelerini sessiz yollardan halletmeye başlamışlardı.

Kimileri sevinir, kimileri üzülür. Kimileri ise bir şey hissetmez. ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, ucu bana dokunmasın, dünyayı ele geçirsinler umurumda değil.’ Böylece halk kendilerinden izinsiz nefes bile almasın isteyenler baskıcı rejimlerini büyük çoğunluğa kabul ettirdiler. Tatlı korkaklar ülkesine.

Savaş hemen hemen bitmiş olsa da etrafta gezinen böcek sürüleri vardı tabii. Önceleri tüm gerillaları öldürtme kararı alınsa da sonrasında ani bir fikir değişikliğine giderek anarşist ve liberal gruplar dışında herkesi kendi yollarına davet etmişti.

‘İsyankarlar. Sonuçta bir zamanlar bizler de isyankarlardık. Davasından dönmeyen pek çok insan var. Onları kendi tarafımıza çekmek öldürmekten çok daha yararlı ve kolay olacaktır.’

Böylece savaş boyu vahşi saldırıları ve özgürlükçü düşünceleriyle nam salmış, kendini ‘Tanrı’nın Sol Eli’ diye tanıtan adam  ve yoldaşlarının peşine düşüldü.

Bu nedenle göze batmak istemeyen yoldaşlar her zamanki gibi korsancılık oynamak yerine ucuz bir gemi almış, sıkı yönetimin radarlarına takılmadan geminin içine hücreler inşa ettirmişlerdi. İşte bu hücrelerin en büyüğünde, yatakhanelerinde kızlı-erkekli arkadaşlar Tanrı’nın Sol Eli’ne ihanetten yargılanmak üzere korkuyla bekliyorlardı.

Alex kötülüklerin babasıydı. Hiçbir zaman toplumun içinde yaşayan kişinin haklarını, özgürlüğünü umursamamıştı. Kendi içlerindeki sıkı hiyerarşi bile buna apaçık bir örnekti.

‘Hayır…hayır… Beni bir yönetici olarak görmeyin. Ben sana ne yapacağını söylemem. Söylesem bile bunu yapıp yapmamak senin seçimindir yoldaşım. Unutmayın. Asıl hürriyet bir seçeneği seçmek değil, seçebileceğin kadar seçeneğin olması ve o seçeneklerden istediğini seçebilme özgürlüğüne sahip olmandır. Daima benim dediklerimi yapman seni kısıtlamaz, en iyisini seçtiğini bilirsin. Beni yalnızca bu yolda sizi yönlendirecek, kaybolmadan ışık tutacak bir lider olarak görün. Ben yalnızca ıslah ediciyim.’

Tatlı manipülatif sözcükler. Neşeyle söylenen maniler, müzikal misali geceler. Beyin yıkamanın en zararsız yolları. İnananlar için ne kadar da acınası.

En azından son bir şarkı söyleyebilseler kan gövdeyi götürmeden. Eski radyodan en sevdikleri şarkı çalsa, gencecik damarlarında akan kanı kaynatsa da bir ihtimal karşı koyma istekleri alevlenir belki de çıplak elleriyle.

Ve hayır saldırı yıllar boyu düşman bildiklerinden değil yoldaşlardan gelecekti.

“Düşmanlarımız siyah beyaz kadar açık değildir artık. Artık herkes düşmandır.”

“Yıllardır sahte eşitlikçilere karşı savaştık. Öyle düşündük, öyle düşünmemizi istediler. Şimdi ise dualar ediyorum düşmanlar, dostlardan önce bulsunlar!”

“İhanet ettik. Hak etmedik mi?”

“İhanet etmedik. Ettiysek bile etmemiz gerektiği için ettik. Düşüncelerimizi çaldılar önce. Sonra özgürlüğümüzü, sonra hislerimizi. Kalplerimizi çaldılar, ruhlarımızı, bedenlerimizi, duygularımızı. Biz kaçamadık. Kaçtık sanmıştık lakin görülüyor ki yalnızca sanmışız.”

“Bizi uyarmıştı. Çıkış yok dedi. Kaçamazsınız dedi.”

“Hem.” dedi birisi ayağa kalktı. “Tanrı’yı bizden her daim sakladı.”

“Her ne demekse!”

Bilin ki hainin de haini vardır. Giavonni bir köşede oturmuş sessizce dinliyor. sırıtmasına engel olmaya çalışıyor ki bunu son anda kullanmaktan çekinmeyecek.

Gemiye atılan halatın sesini duyduklarında telaş arttı. Kırk kadar genç kendilerine gelmekte olanı bekliyorlardı. Ecel er yada geç hepsini bulacaktı elbette fakat kimse o anı bekliyor olmak istemezdi.

“Onlardan daha az değiliz!” Yaroslay’dı bunu söyleyen. Elbette ki. “Aynı eğitimi gördük, ne öğrendiysek de onlardan öğrendik. silahlarından korkuyor olabiliriz. içimizden birileri mutlaka ölecek. Fakat bu savaşı kaybetmek zorunda değiliz. Fedakarlık benim yapamayacağım bir şey değil Ben giderim , sen kalırsın yaşarsın. Ben ise hepsinin hakkından gelmiş olmanın inancıyla ve sevinciyle ölürüm.”

“Onlara çıplak ellerimizle saldıralım.”

Böylece herkes yerini aldı. Zafer şansının gazıyla değil. Daha iyi bir seçenekleri yoktu. İçlerinden gidicilerden olmamayı umdular. Kısmen yakın arkadaşlar daha bir dip dibeydi. Kendi savaşları henüz başlamıştı ve birazdan bitecekti.

Son yoldaşlar da yer yüzünden silinecek tamamen.

“Bu lanet yerin her tarafı patlamak üzere.”


Ayak sesleri kapıya kadar geldi. Onlarca kişi sessizlik içerisinde. İçlerinden biri son sözünü söyledi.

“Bizi zapt etmeye çalıştılar ama artık bizi kontrol edemezler.”

Birkaç dakikalık sessizlikte duyulan tıkırtıları dinlediler. Ardından dışarıdan sağlamca kilitlenmiş çelik kapının patlayışı.

Son yoldaşlar ellerindeki tabancalarla içeri daldılar. Komik çünkü savaşın mağlubiyetinde ellerinde yalnızca bunlar kalmış olmalı. Son bir kez düşünmek için bile durmamışlardı. Rastgele ateş açtılar.

Kapının her iki yanında toplanmış arkadaşlar yoldaşların üzerine çullandı. Boğuşmalar ve havaya sıkılan mermiler. Kimin olduğu belli olmuyordu ya birilerinin kanı akmaya başlamıştı bile. Bir kızın elinde eski günlerinden kalmış baltası vardı nereden geldiği belli olmayan. Emin olmadan çıkarmak istememişti belki de. Yoldaşların üzerine rastgele savurup duruyor, şans eseri tüm mermiler tarafında ıskalanıyordu.

Yoldaşların tek tek cephanesi bittikçe daha önceden biledikleri bıçaklarını çıkardılar. En azından şimdi biraz daha ‘eşitlerdi’. Asıl boğuşma şimdi başlıyordu. Fena halde birbirlerine girmiş haldeydiler.

Kimisi kahramanlık peşindeydi, kimisi korkudan bir köşeye sinivermişti. Ama geneli meydandaydı. Az önce patlatılmış kapıdan kaçıp gitmek neredeyse kimsenin aklına gelmiyordu. Düşünen birkaç kişi ise hayatları boyunca korkak köpekler gibi yaşamamış gibi savaşmayı tercih etmişlerdi. Belki de içlerindeki kaçkın eziklerin seslerini bastırmaya ve cesur taraflarına affettirmeye çalışıyorlardı.

Yine de aralarından birisi için böyle bir durumda bencillik etmemek fırtınalı havada batan geminin bekleyen sandalına binmemek olurdu. Doğduğu günden beri kendisinden başkasını bilmezdi.  O durumda biraz savaşmıştı, azıcık olan minnet borcunu ödeyecek kadar. Şimdi kaçıp gitmek en iyisi olacaktı. Yoldaşlar her durumdan onlardan üstündüler. Yaşları büyük, bedenleri besili, eğitimleri sağlam. Arkadaşların yarısı çoktan gitmişti. Yerde parça parça ve renk renk yatan arkadaşları hücrelerinin loş ışığında dahi açıkça seçebiliyordu.

Damien kapıya baktı ve uygun bir an kolladı. Gitmek için hazırdı.

Bir adım önceydi, kaçmak onu için tavukluk değil hayatta kalmak için atılacak zeki bir adım olacaktı. Tam o anda durdu ve birini gördü. Sonra başka birini.

İlk gördüğü kişi Leah’ydı. Elindeki kırmızı baltayı çılgınca sağ sola savurmaya devam ediyordu ilk andan beri. Belli ki aklı başından gidivermişti yine. Bunu yapmak onun için sadece bir eğlenceydi. Sarhoş edici bir zevk, kafasını açacak bir uyuşturucu. Ne zaman düşmanlara karşı göreve çıkacak olsalar aralarından en iştahlı o olurdu. Doğuştan gelme bir kalpsizlikti bu. Yine de bir orta çağ celladı gibi görünmek istemediğinden dolayı birkaç çocuğu öldürmeden önce üzülmüş gibi davranmıştı. Ancak belli bir süreden sonra arkadaşların sahte empatisini kazanmak önemsiz bir durum haline gelmişti. Hatta bir zaman sonra içine girdikleri işi en iyi yapan kişi olduğu için övünür hale gelmişti. Alex bu yüzden onu çok sevmişti. ‘Dönüştürülmeye’ ihtiyacı olmayan bir savaş makinesiydi. Elindeki baltayı bir simge olarak takdim etmişti tabii ama kız bunu biraz fazla sahiplenmişti. Bir kişiliğe ihtiyacı vardı ve ona yakıştırılan bu sıfatı bir fırsat olaram görmüştü. Onun bu deliliğini insanların ölüm nidalarını dinlemek için kullanmıştı. Taa ki kendi ölüm çığlıklarını, bizzat eline verdiği baltayla iyice canavarlaştırdığı kız yüzünden atana kadar.

İşte yoldaşlar da tam bu yüzden buradaydı. Tanrı’nın Sol Eli’nin intikamını almak için. Onlar yanlış yollarının farkında olmalarına rağmen geri dönmeyecek kadar sapkınlardı.

Diğer gördüğü kişi yine uzun zamandır tanıdığı bir kızdı. Acı içinde yerde kıvranan bir tanıdık. Aslında muhtemelen o da kaçmayı seçerdi. Ne gram umursamadığı insanların hayatlarını kurtarmak isterdi ne de yeni şekillendirdiği saçlarının bozulmasını. İçten içe köleleştirmeyi tercih edenler olurdu aslında. İşler birazcık farklı ilerleseydi o da yoldaşlardan biri olacaktı. Hedefi en büyük yoldaş olmaktı aslında. Ellerini kirletmeden arkada sinsice planlar çeviren, manipülatif sözleriyle tatlı kuklalarını oynatan lider. Hedefi her zaman dağın soğuk ama manzarası zevkli olan zirvesiydi. Cleo.

Genç oğlan geleceği görseydi belki de birazdan vereceği sonunu getirecek kararları asla vermezdi. Fakat elbetteki bu bilebileceği bir şey değildi. Bildiği şey onları buraya sürükleyen kişi kendisiydi. Dürüst olmak gerekirse bencildi ama sadık kalacağı değer verdiği insanlar da vardı.

İstemsizce karışıklığa daldı ve Leah’nın kolunu tutarak yaralanmış kızı işaret etti. Gözü dönmüş hali yok olan kız arkadaşına doğru koştu. Gerçekten ‘arkadaşlardı’. Çocukluktan beri. Oğlanla birlikte yaralı kızı kaldırarak kaosun içinden kapıya sürüklediler. Kimse onlara dikkat etmemişti ve bu tamamen şans eseri olmuştu. Kolay kolay kutsanabilecekleri bir lütuf da değildi bu ayrıca.

Olabildiğince hızlı bir şekilde hücreden çıktılar ve geminin arka tarafına, kazan dairesine doğru ilerlerdiler.

Onlara soracak olursanız kesinlikle ‘uzun bir bekleyiş’ diyecekleri bir süre sonra birtakım ayak sesleri duymuşlardı. Bu noktada seslerin kime ait olduğunun bir önemi yoktu. Ayakta kalan taraf kim olursa olsun ‘uzun bir bekleyiş’ süresi kadar daha oldukları yerde kalacaklardı.

En sonunda bir geminin diğerinden ayrılıp gidişini duydular. Kim kazandıysa zaferini de yanına alıp yelken açmıştı. Birbirlerine baktılar fakat üçü de herhangi bir fikir belirtmek istemiyordu. İki ihtimalde de kaybetmişlerdi.

 

veronikaviktoria
hiç bitmeyen bir şeyler, normalde böyle yazmıyorum bu arada
Önceki
Kahramanlar Diyarı Kahramankazan
Sonraki
Preparing for Future Trends in Customer Engagement

Preparing for Future Trends in Customer Engagement

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.