İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı’nı yazdığında Jean-Jacques Rousseau, 1754’te, Dijon Akademisi’nin sorduğu soruya yanıt arıyordu. Diyordu ki Rousseau, “Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip, ‘Bu bana aittir!’ diyebilen, buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun gerçek kurucusu oldu. Bu sınır kazıklarını söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da hemcinslerine ‘Bu sahtekara kulak vermekten sakınınız! Meyvelerin herkese ait olduğunu, toprağın ise kimsenin olmadığını unutursanız mahvolursunuz.’ diye haykıracak olan adam, insan türünü nice suçlardan, savaşlardan, nice cinayetlerden, nice yoksulluklardan ve nice korkunç olaylardan esirgemiş olurdu.” * Demek Rousseau’ya göre insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağında zekalar arasında (aynı zamanda fiziksel güçler arasında) eşitsizlik vardı.
1818’de sürgün edilmeden önce Jean-Joseph Jacotot, Dijon Akademisi’nde hocaydı. Sürgün edildiği yerde zekaların eşitliğine dayanan özgürleştirici eğitimi keşfetti. “Her şey, her şeydedir” diyordu Jacatot ve “Demek ki her insan başkalarının yaptığı ve anladığı her şeyi potansiyel olarak anlamaya kadirdi” Zekaların eşit olmadığını öne süren her neyse insanlar arasındaki eşitsizliği meşrulaştırmaktan başka bir şey yapmayacaktı. Zekalar ilk andan itibaren eşitti ve zaten “Önce eşitlik vardı.” ** Ama zekalar eşitse bu ilk eşitsizliği doğuran, birine buyruk verme, birine itaat etme rolü yükleyen şey neydi?
Belki de Rousseau’nun saf insanları daha az zeki oldukları için değil, itaat etmenin rahat etmelerine yol açacağına inandıkları için ilk çitleyiciye ikna oldular. Ve toprağını çitleyen kurnaz adam, daha zeki olduğu için değil, aynı zamanda fiziksel güce sahip olduğu için diğerlerine itaatin konforlu olduğu bilgisini aşılayabildi. Saflar birleşip kurnaz ve iri adamı alt edemezler miydi? Bir ihtimal edebilirlerdi, büyük ihtimalle tarihte çok kez alt ettiler. Ama alt edebilenler saf değildi. Saflık itaat etmeye yol açan şeyse, Jacotot’nun aptallaşma dediği şeyle aynı doğrultuda düşünülebilir: “Öğretme ve öğrenme ediminde iki irade ve iki zeka vardır. Çakışmalarına aptallaşma denecektir.” diyordu Jacotot’nun yöntemini anlatan kişi. İyi de zekalar eşitse aptallaşanlar yani aptallar kimdi?
Aptalın itaat etmesine yol açan düşünme patikası, buyruk verenin zekasıyla çakışmasına neden olurken kendi zekasıyla birebir örtüşmeyen bir yol çiziyor olmalı. Kendi zekasının ürettiği her şeyi sahiplenemeyen, bunların bir kısmını reddeden bir düşünme yolu… Aptalın zihninde olan, ikircikli düşünce biçimi, bir buyruk vereni doğru kabul eden, bir kendini. Bir konuda kendini inkar eden, diğer konuda kendini dayatan. Aptalın tutarsızlığı zekasızlığından, akıl edememekten değil de bir noktada aptallığının işe yarayacağını düşünmesindense aptallık bir zeka sorunu değil, etik bir sorun olmalı. Zaten aksi olsaydı doğuştan gelen zekasızlıklarından dolayı aptallara kızmamamız gerekirdi. Bilinçli aptallığa ise öfkelenebiliriz. Öfkenin aptallığa iyi geldiğini her yerde söyleyebiliriz. Aptallarla baş etmenin yolu tutarsızlıklarını yüzlerine vurmak olmalı.
Bakın, unuttuk diyebiliriz. Güçsüz bulduğumuz bir insanı insafsızca kanatmanın bizim de insafımıza uymadığını, adalet duygumuzu, vicdanımızı, hatamızı fark ettiğimizde hatalı olduğum belli olmasın diye yeni hatalar yapmanın sistematik bir kötülüğe yol açacağını, ben haklıyım ama hep haklıyım dediğimizde evet bize inanan aptallar bulacağımızı, ama aptalların da vicdanlarında haksız olduğumuzu unuttuk.
Heeey bakın unuttuk. “Meyvelerin herkese ait olduğunu, toprağın ise kimsenin olmadığını”, toprağın insana değil, insanın toprağa ait olduğunu, insan türünün türlerden biri olduğunu, kadınların kimseye ait olmadığını, erkeklerin kimseden üstün olmadığını, havva’nın adem’in kaburgasından doğmadığını, çoğa sahip oldukça azaldığımızı, büyüdükçe dünyayı öldürdüğümüzü, aslında hepimizin afrikalı birer göçmen olduğunu, kaya resimlerini, sürek avını unuttuk.
*Rousseau, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı
**Ranciere, Cahil Hoca