ATATÜRK derdi hep , ATATÜRK…
Ağzından düşürmezdi hiçbir zaman onu. Gözlerine bakardım, ışıl ışıl olurdu; çocuklaşırdı, utanırdı hep sanki onu karşısında görür gibi, yanakları al al olurdu. Ağlardı kimi zaman, kırk yıllık dostunu sanki dün akşam üstü kaybetmişçesine hüngür hüngür ağlardı. Ellerimi tutar hep öyle anlatırdı onu; o zaman gerçekten hissederdim içindeki o sevgiyi, özlemi, minnet duygusunu, o da bunu bilirdi belli ki.
Gece saat 1 olurdu, saatlerce konuşmaktan ağzı, dudakları kururdu ama hiç umursamazdı çünkü en sevdiği şeydi onu anlatmak. Kucağında can kulağıyla onu dinleyen çocuğun sarı saçlarını okşardı aynı anda, bir çeşit uyku terapisi gibiydi bu o küçük sarı çocuk için. Çocukluğun verdiği enerjiyi sokakta atmış, gün sonunda anneannesinin kucağında masal dinlerken yorgunluğu kaldıramaz ve uykusu gelirdi ama o da çok severdi bu elleri kırışmış, ona büyük bir kahramanı anlatan yaşlı, gözleri ışıl ışıl kadını dinlemeyi.
Sarı çocuk uykuya dalınca bırakırdı anlatmayı ve o da sessizce uzaklara dalar onu düşlerdi, o büyük ATATÜRKÜ. Sessizliği sevmezdi sarı çocuk, uyanırdı hemen; biraz daha anlatmasını isterdi ondan o büyük kahramanı. Kıramazdı onu anneannesi; mutfağa geçerlerdi, akşam yapmış olduğu o güzel tavuklu şehriye çorbasını ısıtırdı tekrar, bir yandan çorbasından bir kaşık alır, bir yandan anlatmaya devam ederdi her zamanki heyecanıyla.
Her bayramda anımsarım o saatlerce anlatılan kahramanlık hikayelerini, gözlerden dökülen yaşları. Tavuklu şehriye çorbasının tadı bana hep seni hatırlatır güzel kadın, ilk öğretmenim.