Gece biraz geç yatmıştı. Uykusunda mırıldanmalar duydu. Sanki birisi “Ay annem!” der gibi inliyordu. Gözünü hafifçe araladı. Hayır rüya görmüyordu. Kapıdan ışık sızıyor ve inleme sesleri devam ediyordu. Hemen hasta annesi geldi aklına, yataktan fırladı. Gördüğü manzara karşısında donup kalmıştı. Kıpırdayamıyordu. Annesi tuvalette düşmüş, bileği sallanıyordu. Ah! Çıldıracak gibi oldu. Ne yapacaktı şimdi? Hemen koştu bir cetvel buldu, bir de tülbentle annesinin kolunu sardı. Titriyordu. Ya annesine kötü bir şey olursa. İncitmeden sardı kolunu. Acilen hastaneye götürmeliydi annesini. Henüz sabah, çok erkendi. Onu giyindirdi. Merdivenlerden aşağıya indirdi. Bir taksi çağırdı. Çabuk olmalıydı. Bir an önce varmalıydılar hastaneye. Ama formaliteler… Ah, ah. Adeta zıplıyordu yerinde. Bir şeyler yapmalıydı. Çabuk yapmalıydı. Annesini bir tekerlekli sandalyeye oturttu. Hastaneye giriş işlemlerini tamamladı ve acil servisteki doktorların yanına çıktı. Hala titriyordu. Korku, heyecan, endişe, telaş hepsi vardı. Annesinin bileği kırılmıştı. Hatta paramparça olmuştu. Öyle söyledi doktorlar. Yaşlılar için bu durumun çok tehlikeli bir şey olduğunu söylediler. Ölüm tehlikesi bile vardı. Duydukları karşısında kanı donmuştu.
Doktorlar annesini bir odaya aldılar ve kapıyı kapattılar. İçeriden annesinin çığlık sesleri geliyordu. İçi parçalanıyordu. Beklerken sanki ömründen ömür gitmişti. Nihayet uzunca bir süre sonra annesini odadan çıkardılar. Bileğini alçıya almışlardı.