İçini karatma niyetimin olmadığını belirtip, biraz dertleşip gideceğim müsaadenle canım Koolpoglu…
Aynı mekanları, ortamları, alanları, odaları, vs. paylaşmak zorunda kaldığımız Korona’dan mütevellit günlerde, birbirine kelimenin tam anlamıyla ‘katlanmak’ zorunda kalan insanlar çıktı ortaya.
Aslında daha önce de birlikte ama ayrı zamanlarda yaşayan bu insanlar, birdenbire aynı zaman dilimlerine, aynı oda bölümlerine hapsoldular.
“Hapsoldular” diyorum çünkü; kendilerini tam da böyle hissettiler. Yoksa ‘hapsolmak’ öyle bir şey değil!
İllaki bir özel durum olması gerekmiyor gerçi, normalde de birlikte geçinmenin zorluğunu yaşamak durumunda olan insanlar var.
Bir aile düşünelim…
Anne, baba ve üç evlat var. Evlatların biri anaokuluna, diğeri liseye, öbürü de işe gidiyor olsun. Olsun, olsun. Annemiz evde, babamız da dışarıda bir işte çalışıyor.
Her gün, her sabah rutini olarak anne; babayı ve büyük evladı işe, ortancayı okula, miniği de anaokuluna uğurluyor.
Yalnız ve sakin kalabilmenin huzuruyla kocaman bir –oh- çekip, lakin ev işlerine yetişebilmenin getirdiği telaşla da kocaman bir –of- çekip, tv.de sabah programlarından birini açıyor ve çayını kahvesini yudumluyor güç toplamak için.
Yarım yamalak toplayabildiği kadar güçle, ev işlerine girişiyor;
Akşam yemeği hazırlanacak, bulaşık yıkanacak, etraf silip süpürülecek, camlar silinecek, çamaşır yıkanacak, ütü yapılacak, alışverişe gidilecek, dolaplar düzenlenecek, vs…
E, gün bitti!
Ne zaman kendine vakit ayıracak bu kadın? Diyelim ki ayırabildi. O da kısacık bir zaman dilimidir zaten.
Bir-iki arkadaşıyla, komşusuyla konuşup dertleşir belki…
Yarım saat bir komşusuna geçip döndü belki…
Ya da ona biri geldi gitti…
Biraz ayacıklarını uzattı da, şekerleme yapabildi belki…
Öğleden sonra veya akşamüstü minnoş anaokulundan dönüyor. Okuldan da ortanca geliyor ardından.
Akşam oluyor ve baba ve büyük evlat da işten dönüyorlar;
Akşam yemeği, sofrayı ve bulaşıkları toplama- yerleştirme, çay-kahve seremonisi ki yapabildiyse yanında kek-kurabiye-tatlı bir şeyler, eşiyle birlikte yahut ayrı dizileri izleme faslı, çocukların ders yahut başka ihtiyaçları ile ilgilenme zamanı, dağınıklığı toparlama, yarı uyuklama derken ertesi gün için yapılan hazırlıklarla birlikte kendini yatağa atma ile son buluyor o gün.
Ertesi ve sonrası yine aynı şeyler.
Hafta sonu ancak bir araya gelinebiliyor. O zamanlarda dışarıda vakit geçirilmiyorsa, anne her halükarda ev işi yapan kişi oluyor.
Büyüğü zaten evde tutamazsın, gezecek çocukcağız. Veya internet başında vakit geçirerek gezinecek oturduğu yerden. Her halükarda gezecek o.
Ortanca zaten ergen, aklı nerelerde kim bilir? Onun da sorunları bitmez.
Hafta sonu keyfi hak getire.
Minnoş başka alem. Pek tatlı ama bir o kadar da yaramaz.
E, evde olan babamızla da ilgilenmek gerek. Tv.de maç keyfi yapacak, börek çörek-yemek isteyecek üç öğün, dinlenmek isteyecek bütün hafta ‘çalıştığı’ için…
Ne de olsa kadın çalışmıyor, bütün gün evde ve hafta sonu da adamcağıza ve çocuklarına hizmet ediversin canım, Allah Allah…
Hayır, “feminist” değilim.
Zaten anlamı tam olarak kavranamadı bir türlü. Sadece gerçek hayatta olan orta halli bir senaryoyu yazdım. Yoksa, gayet rahat hemcinslerim de var, biliyorum.
Velhasıl, bir koşuşturmaca ile geçiyor günler evin tüm bireyleri için.
Fakat bazı özel günlerde, zorunlu olarak herkes evde. Böyle olunca da birbirinden farklı karakterde, yapıda, zihniyette, zevkte, anlayışta olan bireyler aniden aynı ortama tıkılınca ve de sıkılınca; tartışmalar, kırgınlıklar, kızgınlıklar, dargınlıklar, alınganlıklar çıkıveriyor ortaya.
Hapis hayatının gerçekte ne manaya geldiğini, neler hissettirdiğini, nelerden mahrum bıraktığını, neye mal olduğunu bilmeden; “hapis hayatı yaşıyoruz” deniyor.
Birlikte ve sağlıklı olmanın ne kadar önemli olduğu unutulup, yalnızlığa mecbur insanların varlığı görülmeyip, görmezden gelip duymaza gidilip bir çıkmaza giriliyor. Kör, sağır ve dilsiz olunuveriyor empatiden yoksun, duyarsızca.
Ya da bu aile iki kişiden oluşsun. Genç bir çift düşünelim…
Düşünelim yahu, düşünelim. Düşünmek iyidir, zihni açar.
İkisi de çalışıyor, akşamdan akşama ve hafta sonunda ancak biraraya gelebiliyor olsun.
E, ne oldu? Şimdi ikisi de evde, ikisi de çalışma hayatına alışkın, ikisi de sıkılıyor. Önceleri “Oh be, ev keyfi gibisi yok” diyorlardı belki ama üç beş gün değil ki, konu uzun!
Günlerce, haftalarca ve belki aylarca kalınacak aynı ortamda hergün, her saat.
Ne oluyor o zaman?
Birbirlerinin hiç bilmedikleri yönlerini görüp öğreniyorlar ve belki bunlar hiç de sevmedikleri şeyler oluyor. Yahut zaten birbirlerinde sevmedikleri özellikleri daha bir batar oluyor göze.
Görülmemesi gerekeni görüp, duyulmaması gerekeni duymaya başlıyorlar ve durduk yere hiç yoktan birbirlerini haşlıyorlar.
“Haşlıyorlar” derken azarlıyorlar demek istiyorum. Eskiler bilir, haşlamaktır onun adı. ツ
Ortadan sıkılan diş macunu, dev bir macuna ve konuya dönüşüyor.
Tek çorap hadisesi, başa çorap örmeye başlıyor.
Ortalığa savrulup atılan giysiler, ortaya gereksiz yere savrulan ve kalp kıran sözcüklere dönüşüyor.
“Biz” dilinin yerini alıyor “Sen” dili. “Sen şöylesin, hep böyle yapıyorsun” vs.
Tek televizyon ya da bilgisayar varsa örneğin, ortak olmayan zevkler de çıktığı için ortaya, kısıtlamalar ve daralmalar başlıyor. Ya da varsa ikisinden de çifter çifter, ayrı odalarda ayrı hayatlar yaşanmaya başlıyor sofradan sofraya ve yatarken ancak buluşulan.
Gözden iki adım ırak ama gönülden mesafelerce uzak kalınıyor.
Eskiden iki taraf da çalıştığı ve zamanları olmadığı için görüşüp kaynaşamıyorken birlikte olabilmek adına söylenen “keşke”ler, bu kez olumsuz manada kullanılır oluyor düşüncesizce.
Sevgi çiçekleri koparılıp, nefret tohumları üretiliyor durduk yere.
Sonra hooop… Gelsin ayrılıklar, boşanmalar…
Oldu mu şimdi? Olmadı. Olmayaydı iyiydi.
İncir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden, kalpler kırıldı, canlar yandı, yuvalar dağıldı, ayrı gayrılıklar yaşandı durduk yere.
Anlaşmak,kaynalmak zor değil.
Karşımızdakini olduğu üzere kabul etmek bütün mesele.
‘Seni Seviyorum, çok seviyorum!’ deyin her fırsatta sevdiceğinize, kardeşinize, annenize, çocuğunuza, dostunuza.
Kız – erkek evlat ayırımı yapmadan, uzağa yakına bakmadan, şekli şemaili takmadan sevin sevilin bi’an evvel terk-i diyar olmadan…
Hayat ne uzun ne kısa.
Yaşadığınca, görüp baktığınca, hakkınca uzun veya kısa olabilir.
Seçimini yap!
Kal sağlıcakla.
İklim’in Dora’n