Hayat aslında o kadar da karmaşık değil. Aslında çok basit. Seven, değer veren, sizi önemseyen insan hayatınızda kalır. Sizin için mücadele eder. Bunu yapmayan bir de sürekli yaptığını iddia eden insan sizin için doğru insan değildir.
Tek taraflı çabayla hiçbir ilişki yürümez. Siz bir yerde yorulursunuz ve dinlenmeye bile hakkınız olmaz. O tavizi o kadar çok vermişsinizdir ki karşı tarafa, had bilmezliğin verdiği aptal özgüveni ile sadece sizin çabaladığınız ilişkide sizi durduğunuz, yorulduğunuz, vazgeçtiğiniz için suçlar. Karar almak zor olandır… Suçlamak, kaçmak çok kolay. Hep güçlü olmaya çalışmak etrafımızı güçsüzlerle doldurur. Tüm dünyanın yükünü tek başımıza omuzlayamayız. Bazen bırakmak gerekir ki başkaları da omuzlayabilsin. Söylerken ne kolay dökülüyor sözcükler. Gerçek hayatta da karşılığı bu kadar kolay olsa keşke. Ama maalesef bizler iş akıl vermeye gelince bol keseden saçarız fakat konu kendimiz olunca yeterince cömert davranamayız. Ne acınası.
insanoğlu yirmi birinci yüzyılda her türlü ileri seviye gelişmişliğinin olduğunu iddia etse de basit insan ilişkilerini bile halledemeyecek kadar aciz. Aslında çok farklı zamanlarda yaşadığımızı, çok zaman geçtiğini söylesek bile yüzyıllar önce yaşamış, bunu aktarmış yazarlardan anlıyoruz ki insanoğlu o zaman da birbirini anlayamamış. Anlamaya çalışmamış. İçimizdeki egodan mı bilmiyorum ama insan hep tek taraflı ve dogma olmayı seçmiş. Oysa ne kadar kolay bir insanı anlamaya çalışmak. En önemli olgu da şu ki kimse bizimle aynı imkanlarla dünyaya gelmiyor. Şu an yetişkin dediğimiz biri en savunmasız zamanlarında yaşadığı şeyleri yansıtıyor dışarı.
Belki farkında belki de hiç fark etmeden bizler sürekli birbirimizin yaralarına dokunuyor, iyileştiriyor; bazen de daha çok yaralıyoruz. Ne zaman öleceğimizin bile belli olmadığı şu dünyada hiç ölmeyecek gibi yaşıyor, sanki çok fazla şansımız varmış gibi fütursuzca sevgiyi, iyi niyeti, samimiyeti harcıyoruz. Bize değer veren saygı duyan insanlar sanki çok fazlaymış gibi kırıyoruz, paramparça bir halde bırakıyoruz. Kırılan insan içine kapanıyor, gönül kırgınlığını gerçekten bilen insan kendi kabuğuna çekiliyor, sessizleşiyor ve o acıyı o kadar iyi tanıyor ki kimseye yaklaşmadan sessizce yaşayıp gidiyor. Ortalık fırsatçılara, iki yüzlülere, çıkarcılara kalıyor. Sonra neden herkes kötü diye yakınıyoruz.
Herkes kötü değildi. Dünyada iyi insanlar da vardı. Halden anlayan, vefakar insanlar. Onları biz ittik. biz soyutlaştırdık. Tuğlaları biz verdik ellerine; örsünler diye duvarlarını. Şimdi şikayet etmemiz, aldığımız darbelerden dolayı insanlığa, doğaya, yaratıcıya küfretmemiz aptallıktan başka bir şey değil. Şimdi herkes hak ettiğini yaşıyor. dışa gösterdiğimiz simülasyondan bahsetmiyorum.
Gerçekte yaşanan kapılar kapandığında, telefonların ışığı kısıldığında, en yalnız kaldığımız o anda. Başını yastığa koyunca yaşıyor insan hayatı. İşte o an vicdanımızın bize hak ettiğimizi sunduğu an. İnsan bu kadar işte, yaşadığı anda saklı. Öyle bir an gelir ki yaşadığınız, biriktirdiğiniz her şey; yitirdiğiniz, kazandığınız her insan, mutlu veya mutsuz olduğunuz her anı yok olur gider. İşte o gün ölüm sizinle tanışır, yeniden doğmak üzere….