Anksiyete her insanda 10’undan 9’unda bilinen bir hastalık. Halk arasındaki ismi ise yaygın kaygı bozukluğu. En azından bundan 3 sene önce bana bu teşhisi koymuştu doktorum. Peki nasıl başladı benim sürecim? Size bugün biraz bundan bahsetmek isterim.
Kendimi bildim bileli kaygılı bir insan oldum hep ama bunu nedense hep anneme benziyorum ondan böyle diye geçiştirmiştim. Mükemmelliyetçi olmaya çalışmam da kaygılarımı öğrencilik yaşamım boyunca bunu daha da arttırdı. Çünkü küçükken bile yaptığımız performans ödevleri eğer istediğim gibi olmadıysa bedenimi ve zihnimi kocaman bir kaygı alırdı. Bana öğretilen şey ise okul, iş, gelecek hep stresli olucak zaten. İnsan stres yapmazsa yapacağı işi ciddiye almaz, biraz stres iyidir. Evet öyle biraz stres iyidir ancak benimki biraz değildi. Yüksek işlevli anksiyete hastasıydım. Bundan 3 sene önce üniversite sınavına hazırlanma sürecim ile ortaya çıkan bir şey oldu. Şiddetli uyku problemleri çekiyor, her şeyi kontrol altına almaya çalışıyor ve kendime acımasız eleştirilerde bulunuyordum. ‘’Çok kilolusun’’ , ‘’Zaten böyle giderse üniversiteyi bile kazanamayacaksın’’ , ‘’Acaba insanlar şuan rezil olduğumu düşünüyor mu?’’ ‘’Eğer bu ceketi giyersem çok mu komik gözükürüm?’’ ‘’Sakın kahveyi dökme, rezil olacaksın’’ ‘’Öyle yürüme, biraz kız gibi ol’’ Bu eleştirilerim yıllardır vardı ancak o sene hissettiğim baskıyla birlikte daha da tetiklenmişti. Benim kavgam hep kendimle olmuştu. İç sesimi asla susturamıyordum. En çok kendime kızıyor, en çok kendimi eleştiriyordum. Özgüvenim yerlerdeydi. İlk atağımı kalabalık bir ortamda geçirdim. Sanki tüm gözler beni izliyordu, vücudum bir ısınıyor bir soğuyor nefes alış verişlerim düzensiz ve sıklaşmıştı. Dizlerim, ellerim ve yüzüm karıncalanıyor; uyuşuyordu. İçimden bir şey buranın tehlikeli olduğunu ve kaçıp gitmem gerektiğini söylüyordu. İlk atak böyle gerçekleşti, arkadaşımdan yardım aldım ve beni sakinleştirdi. Sonraları ise işler daha da zorlaştı, aileme söyleyemiyor kendi kendime internetten okuduğum makalelerle kendime teşhis koyuyordum. Hırçınlaşmıştım, düşüncelerimle yaşıyordum sadece. İnsanlardan kendimi soyutlamıştım çünkü onların benim hakkımdaki en ufak kötü bir düşüncesini duyar veyahutta hissedersem sanki hayatımın sonuymuş gibi davranacaktım. Birkaç büyük ataktan sonra sonunda psikiyatrist-psikolog desteği almayı kabul ettim. Ve teşhisim orada konuldu, terapilere ve ilaç tedavisine başladım. Benim için bu çok büyük bir hastalıktı, hasta biriydim insanların gözünde. Çünkü evet ruhsal bozukluklar halk arasında hep ayıp ve büyük bir şeymiş gibi gösterildi bize. Ama o da en az grip olup ilaç içmek kadar doğal bir şeydi. İlaçlar sonsuz çözüm olmadı, anksiyetem hala var. Çünkü insanların çoğunda aslında anksiyete var, yaşıyoruz büyüyoruz gelişiyoruz ve düşünen varlıklarız. Kaygı duymak, stres yapmak aslında doğamızda var. Ancak bunu yönetebilmekti önemli olan, ben yönetemeyenlerden olmuştum bir süre. Benim anksiyetem panik ataklarla evrimleşmişti dolayısıyla dışavurum yaşıyordum. Ataklarım dönemsel olarak arttı veya azaldı, bu zamanlarda da eğer yanımda biri yoksa aramak istediğim kişiyi arayıp şuan atak geçirdiğimi ve beni sakinleştirmesini rica ettim. Genelde bu en yakın arkadaşım ya da ailem oldu. Nasıl bir sakinleştirme peki bu? Dikkat dağıtmak diyebiliriz aslında. Çünkü atak sırasında müthiş bir kaygı silsilesi sizi yakalıyor ve o dünyadan çıkmanız için dikkatinizin dağılması gerekiyor. Bugün neler yaptın? Neredesin? Ne giydin? Bugün neler yedin? gibi aslında çok basic sorular benim dikkatimi dağıtmaya yetiyor. Derin ve yavaş nefes alıp verimi, sizi ölüyormuş gibi o kapıldığınız yoğun histen de uzaklaştırıyor. Tabii ki anksiyete ataklarını yaşamamaya çalışmak biraz da bizim elimizde. Örneğin yoğun kafein almak vücuda, kalp çarpıntısına neden olabiliyor; o gün aldığınız kötü haber veya çevrenizde sizi üzen toksik insanlar. Uzaklaşın. Sizi üzen, yoran ve anksiyetenizi tetikletecek her şeyden uzaklaşın. Çünkü sizden başka yok, bir tane hayatınız var size bir şans verilmiş. O şansı neden daha iyi kullanmak yerine hayatımızda olumsuz şeylere ayırıyoruz ki? Enerjimizi sevdiğimiz şeylere, sevdiğimiz insanlara ve bizi seven insanlara ayırmalıyız öyle değil mi? Kendinizi eleştirmeyi bırakın. Tabii ben bunları söylerken hala yeterince özgüvenli veya mutlu olduğumu iddia etmiyorum. Elbette benim de hala eksik olduğum yönler var ancak bunları geliştirmek için hala çabalıyorum. Kimse sizin elinizden tutmayacak, kimse size özgüven aşılayamaz. Siz bunu kendinize yapabilirsiniz. Ben de öyle yaptım, yapıyorum da. Kendime çok kez güzel olduğumu özel olduğumu hatırlattım. Değiştirebileceğim şeyleri değiştirmeye çalıştım, değiştiremediklerimi de öyle kabul etmeyi ve sevmeyi denedim. Kendinize acil kaçış noktası bulun mesela, eğer sizin de ataklarınız oluyorsa. Sizi ne sakinleştirir onları bulun. Bedeniniz o an bir korku salgılıyor ve kendinizi güvende hissetmiyorsunuz. Ben de kendimi güvende hissedecek şeyler buldum yukarıda anlattığım gibi. En sevdiğiniz müziği son ses açıp dinlemek, gözlerinizi kapatıp sadece beklemek bile size iyi gelebilir. Deneyin ve bulun. Psikolojide 3-3-3 kuralı var size bunu da anlatayım belki bunu uygulamak istersiniz.
1. Anksiyete krizinin başladığını hissettiğinizde 3-3- 3 kuralını uygulayın.
Etrafınıza bakın ve gördüğünüz üç şeyin ismini söyleyin. Ardından duyduğunuz üç sesi söyleyin. Son olarak vücudunuzdaki üç bölümü; bileklerinizi, parmaklarınızı ve kolunuzu oynatın. Bir anksiyete krizinin başladığını hissettiğiniz anda bu kuralı uygulamanız zihninizde ışık hızıyla dönen kaygılı düşüncelerden kurtulmanıza ve sakinleşmenize yardımcı olacaktır.
Bu yolda da yalnız değilsiniz, teşhis konulmuş veya konulmamış bir çok kişi de zaten anksiyete bozukluğu var. Eğer bunun farkında ve kontrol altına almaya çalışıyorsanız bence şanslı kesimdensinizdir. Anksiyete bir şımarıklık, lüks bir seçim değildir. Anksiyete başlı başına bir seçim değildir zaten, kim ister ki şiddetli bir korkuya kapılmak, değersizlik duygularına hapsolmuş olmak? Yaşanan anksiyete halleri, güçsüzlükle, iradesizlikle, zayıflıkla, akılsızlıkla ilgili değildir. Bu nedenle, anksiyete; sadece akılla, iradeyle, güçle düzeltilemez. Anksiyete bozukluğu, tıbbi bir hastalık değildir. Yani tıbbi bir organsal yetersizlik durumu değildir. Eğer size ‘abartma’ ‘hayatın yeterince güzel daha ne istiyorsun?’ ‘bence sen kendini hastalık hastası yaptın’ gibi söylemler ile gelen insanlar varsa çevrenizde onlardan uzaklaşın. Yaşadığınız duygu durumlarını hafife almayın ve yardım almaktan kaçmayın.