Şimdilik salgının sağlık boyutuyla ilgilenmekteyiz. Ama öte yandan salgın sonrası nasıl bir yaşam ve siyasal düzen dünyayı bekliyor, bu bağlamda düşünürler bazı öngörülerde bulunuyor.
Ülkelerin içlerine kapanacakları, popülist ve demagog siyasetçilerin, halkların içinde bulundukları hayat koşullarından faydalanarak, siyasal yönetimleri ele geçirebilecekleri dillendirilmekte.
Pekâlâ hiçte tutarsız değerlendirmeler değil. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Yirminci yüzyılın başlarındaki gelişmeler bizlere birçok şeyi gösterebilmekte. Mussolini ve Hitler, geçen yüzyılın başlarında hem ülkelerini hem de dünyayı bir felakete sürüklemişlerdi.
Şimdi gelecekte, bu salgın sonrası dönemde de olumsuz gelişmelerin olabileceği dillendirilmekte: Açlık, işsizlik, yoksulluk, mahrumiyet, çevre sorunları, göçmen ve yabancı düşmanlığı, aşırı göçlerin neden olabileceği dışsal faktörler, besin kaynaklarının tükenme riskiyle karşı karşıya kalması, temiz ve içilebilir su sorunu vb…
Tam da halk goygoycusu siyasetçilerin, faşist liderlerin türemesi için elverişli bir ortam… Geçmişte Hitler de Mussolini de, toplumlarının içinde bulundukları yılgın ve perişan durumlarından faydalanarak, üstelik de “demokratik mekanizmaları” kullanarak yönetime gelmişlerdi.
Mussolini faşist rejimini yönetebilmek için, “Savaş Demetleri” ve “Kara Gömlekliler” gibi örgütlerle desteklendi. Aynı şekilde Hitler de, “SA” ve “SS” gibi örgütlerle yönetimini faşist bir anlayışla destekledi.
Demokrasi de demokrasinin araç ve kurumları da, faşizme geçiş için amaca giden yolda araç olarak görüldü ve kullanıldı.
Tüm bunlar, uygarlık ve insanlık için ders niteliğindedir. Geçmişte faşist liderlerin toplumları değil, tüm dünya bu tarz denemelerden çok çekmiştir.
Vatan şairimiz Mehmet Akif’in dediği gibi: “Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? Tarihi ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”