BİR: İSTANBUL’DAN GELEN
Çocukken iç görülerim her çocuk gibi daha kuvvetliydi.
Birgün İstanbul’dan birinin geleceği duygusu uyandı içimde.Ya da ben öyle istiyordum.Bu güçlü isteğim ne zaman gerçekleşecek bunu bilmiyordum.Ben de her akşama doğru ilçeden dönen köy minibüsünün sesini duyduğumda koşup karşılamaya karar verdim.Uzaktan uzağa inen yolculara baktıktan sonra hayal kırıklığına uğramış vaziyette ve kimseye çaktırmadan geri dönüyordum.Umudumu diğer güne saklıyordum.
Hergün gün batmadan yaşadığım heyacanlı koşturmam komşumuz Sultan Hanımın gözünden kaçmadı.Babaannemin akranı Sultan hanım kaçın kurasıydı.
‘Hüseyin ‘dedi ‘Neden hergün minibüs sesini duyunca harmana koşturuyon?Yoksa birini mi bekliyon?’
Ben de ‘yoo’ dedim.’İş olsun işte?’
İçimden de yanılmış olmayayım yoksa rezil olurum Sultan Hanıma diyordum.
Bekleyişimin beşinci gününde abim indi minibüsten.Beni görünce şaşırdı.Gelişini haber vermemişti.Süpriz yapmıştı.Benim için süpriz olmamıştı.
Sultan Hanım benim ondan haberleri sakladığımı düşünerek :
‘Telefon mu ettiydi abin ?’ dedi..Cevap vermedim.Nasıl açıklayacaktım.İçimden gelen istekle hergün harmana koşup durmuştum.
İKİ: YAŞLI İNEK-GENÇ İNEK
Günlerin birinde annemle yukarı odada oturmuş bulgurun taşlarını ayıklıyorduk. İkimiz de çok sesizdik. Ben düşüncelere dalmıştım. Ahırdaki ineklerimiz arasındaki genç ve yaşlı iki ineğimizi düşünmeye başladım.İneklerimiz arasındaki bu en yaşlı ve en genç iki ineğimiz tamamen birbirine zıt karekterlerdeydi.Aksi bu ya bunların musurları da yan yanaydı.(Musur:Ahırda,hayvanların yem yedikleri tahta yemlik).
Sarı inek ;genç ,hırslı,aç gözlü,hoyrat,çılgın,ipe sapa gelmez,enerji doluydu.Siyah inekse yaşlı,sakin, olgun,kalender ve bilgeydi.
Siyah yaşlı ineğimiz sadece önündeki samanı yer kimseye karışmazdı.Sarı genç olanı ise gözünü diğer musurlara dikerdi.Gençliğinin verdiğ ibir güven vardı.;ahırdaki dünya onun etrafında dönüyordu.sanki.
Ben annemle yukarı odada bulgurun taşlarını ayıklarken kafamdan bunlar geçiyordu.
Birden Sarı ineği sevmediğimi düşündüm.Canım nasıl da et yemek istemişti.Sessizliği bozdum.Anneme:
‘Keşke sarı inek ölse de et yesek’ dedim.
Daha ‘et yesek’ sözü ağzımdan çıkmıştı ki; babam aşağı odanın karşısındaki ahırdan yukarı bağırmaya başladı:
‘Yetişin sarı inek siyah ineği öldürüyor’
Hırçın sarı genç inek bir boynuz darbesiyle siyah yaşlı ineğimizi musurunda asılmasına sebep olmuş,babam da siyah yaşlı inek murdar olmasın diye bıçağına davranmıştı.
Naptım ben.Sarı inek ölsün istemiştim.Genç olanı,deli dolu olanı, hırçın ölsün istemiştim.
O akşam sadece ben değil bütün köylü siyah yaşlı ineğimizin etini yedik.
İsteklerime dikkat etmem gerektiğini ve gençlerin yaşamda her zaman öncelikli olduğunu öğrendim o gün.
ÜÇ: TARLA KUŞLARININ İSTİHKAKI
Dedemin kitaplarından birinde şöyle bir fıkra anlatılıyordu:
Yoksul bir adamın bir kızı bir de ineği varmış.Yoksul köylü ineğin sütünü satar kızına bakarmış.Bu yoksul köylü pek dürüst değilmiş;ineğin bir tas sütüne bir tas su katar öyle satarmış.
Gel zaman git zaman birgün otlakta kızı ile birlikte ineği otlatırken uzak dağlara dolu düşmüş ,dolu sele dönüşmüş birden beliren sel gelip ineği alıp götürmüş.Adam ineğin arkasından feryat ederken kızı:
‘Ne bağırıyorsun baba’ demiş.’İneği süte karıştırdığın sular alıp götürdü.’
Köyümüz iki derenin arasına kurulmuş bir köydü.Kaynağını güneydeki dağlardan alan iki dere biri doğudan bir diğeri batıdan kuzeye doğru iner,giderek aralarındaki mesafe azalır,köyü doğudan ve batıdan kuşatarak köyün aşağısında birleşerek tek bir dere olarak en kuzeydeki çaylara karışır.Köyün güneyinden kuzeyine doğru seki seki bahçeler uzanırdı.Köyü kuranların ne kadar çalışkan olduğunu uzaktan bu alt yapıya bakarak anlamak mümkün.
Köyün doğusundan akan dere bahçe ve tarlalarla daha içli dışlı olduğundan ve köyün bahçelerine uzanan arklar bu doğudaki dereden çıktığından olsa gerek köyün bu yakasındaki bütün tepelerin,bahçelerin,tarlaların hatta kayaların bile adı vardı.Diğer derenin öte yakasındaki tarlaların ismi sadece ‘ Karşı tarlalar’ dı. Hayat köyün doğu yakasındaydı;kuşlar bile bu yakada daha mutluydu.
O yıl kuşların bile daha çok sevdiği bir tarlamıza ekin ekmiştik.Her öğlen vakti bir kuş sürüsü tarlamızın üzerine konar başakların buğdayını gagalardı.Bir köylünün çocuğunun asli görevi tarlasını korumaktır .Bunun üzerine babam her öğle yemeğinden sonra kuşları kovmam için beni tarlaya göndermeye başladı.
Nihayet ekinin biçilme zamanı geldi annemle babam ekini biçti.Hasat belki beklenenden bir iki ölçek daha azdı.Kuşların yiyip yiyeceği en fazla iki ölçekti.Buna rağmen babam:
‘Seneye karşı tarlayı ekecem .’ dedi.’Bu tarlaya kuşlar dadandı’
‘Kuşlar ben tarlayı korumasam ve hergün istedikleri kadar yeseler de fazla zarar veremezler’ diyecek oldum ama babamın da bir bildiği vardır diye fazla üstelemedim.
Babam diğer yıl karşı tarlayı ekti.Tam hasat zamanı yaklaşmıştı ki güneydeki dağların üzerinden bir siyah bulut geldi.O sırada ben nadasa bıraktığımız kuşların o çok sevdiği tarlamızda kuzularımı otlatıyordum.Herşey biranda odu.Kara bulutlar arada görünmez bir engel varmış gibi sadece karşı tarlaların üzerine olanca şiddetiyle dolusunu bırakıp geçti.Bizim karşı tarlanın ekininin başaklarının yarısını toprağa döktü.
Babam hasatın ancak yarısını alabildi.
‘Kuşların iki ölçek hakkını çok gördün şimdi yarısını doluya verdin ‘ dedim babama .Hala bu bilmiş sözlerimi hatırlatıp durur bana.
Aslında zararlı çıkmadık ;toprağa dökülen buğdaylar diğer yıl tekrar büyüdüler kendiliğinden bir ürün daha verdiler.
Doğa önce ceza verip sonra ödüllendirdi babamı.