Son zamanlarda kafam biraz rahatlamıştı ama, en beklenmedik yerden en beklenmedik şekilde zihnimi ve ruhumu mahvedecek takıntılar oluştu bir kez daha. Bu belkide 10 yıldır devam ediyor. Takıntı diyorum çünkü haklı olduğumu bile bile, bu tarz durumların “ başıma gelen haksızlıklar ” olduğunu söylesem böylesine adeletsizliğin normal olarak kabul edildiği bir yerde “ haklıyken haksız duruma düşerim ”. Ortadoğu karma toplumunda hayatta kalmaya devam ederken, alıp verdiğim her nefes beni bu insanlardan, anlayış biçimlerinden, deli saçması kültürlerinden ve birbirlerine birçok anlamda kompleksli bir şekilde çalım satma hevesleri olmasına rağmen, hemen hemen her seferinde birbirlerini tutmaları “ tutuculuk yapmaları ” ve benzeri özelliklerinden nefret ettiriyor. Anlıyorum esasında, iç alemimde sakin olabildiğim zamanlarda bu takıntı deyip geçtiğim ama gerçekte uğradığım haksızlıklar olan geçmiş zamanın sebebinin, ruhumun enerjisinin onlar gibi olmamasından kaynaklandığını…Zaten insanların yada insan sürülerinin birbirlerine karşı olan tutumlarını onların enerjilerinden kaynaklandığı gerçeği yine çoğu insan tarafından bilinmez veya kabul görmez. Onlar bunun tek gerekçesinin, sebepler – somut şeyler olduğunu düşünürler. Birkaç gün boyunca kafamda hiçbir takıntının olmadığı bir zaman geçirdiğim son 10 yılda belkide birkaç kere olmuştur. Anladığım kadarıyla, insanların düşüncelerini ve duygularını hissetmek birnevi ister istemez o anda okumak onlardan, yani bu ortadoğu karma toplumunun sürülerinden nefret etmeme birçok zamanlar yüzlerini bile görmeye tahammül edemememe sebep oluyor. Bazı örnekler verecek olursam; bir köylünün bana bakışından, karşı cinsten bir insanın “ acaba ona bakıyor muyum ” diye her seferinde [ farklı insanlar ] beni uzun uzadıya süzmesinden ciddi anlamda mağdurum. Hatta bunların ruhsal insan hakları ihlali olduğuna eminim, ancak böylesine bir 80 milyonun çoğunluğunu oluşturan köylü fıtratlı, cehaletine sımsıkı sarılmış olan ve para ile soyluluk / asalet olduğunu kabul eden, ortadoğu karma toplumunda, bu tarzdan insan hakları ihlallerine karşı bir savunma mekanizması yok, olmasıda mümkün görünmüyor. Bu insanların birbirleri ile olan ilişkilerine ister istemez ara sıra baktığım zaman ise,umursamazlık ve anlayışsızlık temelli rahatlıklarından kaynaklı, medeni ülkelerde kabul görmeyecek davranış biçimleri ve gelenekçi sohbet etme şekilleri ile tam anlamıyla birbirlerini tamamlar nitelikteler. Burada olan mahkemeler yada bozuk adalet sisteminin devamlı çarklarının işleyişini sağlayacak unsurlar çok yüksek oranla maddesel konulardır. 4 yaşımdan beri kendimi hatırladığım, yani hafızamda kalan 26 yılın sabretme tecrübesiyle söyleyebilirim ki, eğer parasal yada cinsel temelli anlaşmazlıkları olmasa bu barbar toplum gerçektende tam anlamıyla birlik olabilir. Tabiri caizse, tek yürek tek bilek olurlar. Zaten barbarların ne olduğunun anlaşılması için dünyada ki diğer barbar olmayan toplumlara bakmak yeterlidir. İnsan içinde yere tükürme, yerlere çöp atma, düğün yaparak bu düğün müzik sesinin etraftaki çok geniş bir alanda saatlerce duyulması, güvenlikten sorumlu birtakım devlet görevlilerinin zorbalığa başvurması, dedikoduculuğun ve namussuzluğun tasdik edilmediği halde tüm dünyadan daha fazla yapılması ve benzeri faktörler bu ortadoğu karma toplumunun bir parçası olmadığı halde içinde yaşamak durumunda olan ben aciz – garip ve 26 yıldır mağdur ruh insan gibi çok az sayıda ruh insanın çilesine çile katmaya devam ediyor. Çünkü bahsettiğimiz gibi, enerjilerimiz diğerlerinin enerjileri gibi olmadığı için ya kendimiz bir araya gelmeliyiz ki bu olanaksız şuan için, yada olabildiğince zorunlu ihtiyaçlar hariç yalnızlığımıza saygı duyulması gerekiyor. Fakat karşımızda duran milyonlarda bu empati kabiliyetinin zerresi dahi yok, hatta akıllarına geleceğini de sanmıyorum. Bu yazıyı yazamama sebep olan bardağı taşıran bir damla da, birkaç gündür balkona dahi rahat rahat çıkamamamdan dolayıdır. Her balkona çıktığımda “ alt kültür ürünü toplumun insanları “ adeta uzaylı görmüşçesine bana doğru uzun uzun bakıyorlar. Ben yalnız kalmaya çalıştığım ve kimseye birkaç saniye bile bakmadığım halde, onlar bunu yapıyorlar. Lanet olasıca belediyeninde bu kadar aşırı sıcağa ve aşırı sivrisineğe rağmen ilaçlama yapmaması gerçekten içler acısı bir utanç tablosudur. Zaten düğün sesleri yıllardır her yaz mevsimi 4 ay boyunca ( hava sıcakken ) hiç bitmeden devam ediyor. Ben ruh insan ise her gün 3 adet kullandığım ilaç ile bütün bu olanların içinde hayata tutunmaya ” nefes almaya devam etmeye “ çalışıyorum. Ama nereye kadar dayanabilirim bunu hakikaten bilmiyorum. Sabredemeyip ne yapılır ki ? Dayanamayıp yerine ne yapacaksın ? Burdan ortaya çıkan aklını kaybedene kadar dayanmaktan ve sabretmek başka seçenek yok. Onun sonrasında ise bu alt kültür ürünü toplumun düzeni ve sistemi bu delirmiş ama eskisinde çok yıpranmış olan enerjisi farklı ruhsal hakları gasp edilmiş olan meczupu bir tımarhaneye kapatırlar. Çünkü onlar bütün bu yaşanmış acıyı göremezler, sadece kendileri gibi olmayan birinin delirdiğini düşünüp onu akıl hastanesine kapatarak ” iyilik yaptıklarını “ sanarlar. Birazdan bu yazı bittiğinde belki nefes alabilir miyim umuduyla balkona veya evin yakınında bir köşeye gittiğimde eminim ki yine ters ters bakanlar, arkamdan dokunaklı acıklı cahilce acıtasyon konuşmaları yapanlar olabilir, birçok zamanlar olduğu gibi. Bunu algılamamak, hissetmemek, sezmemek mümkün değil. Ondan diyorum bazen bu insanları sevmek nasıl bir duygu olurdu acaba ? diye…Ama o anda yine aklıma geliyor ki ruhuma saplı kancaları her seferinde empatiden yoksun bir şekilde çeken insanları sevmenin tek yolu sanırım onlar gibi olmaktan geçiyor. Bu da yaratılışımdan şuana mümkün olmayan birşey…ve son nefesime kadar. 30 yaşıma kadar gelebildim. Bu Tanrının lutfu ile bahşettiği dayanma gücü sayesinde oldu. ” Tanrı biz insan olarak yaratmış, herşeye katlanabiliriz, herşeye dayanabiliriz “ ancak ayırt edici faktör insan olmak, adem olmak, adam gibi insan olmak. Alt kültür ürünü toplumun, ” üst kültür medeniyet “ olması mümkünse eğer, bu şuan için kısa vadede ( 40- 50 yılda ) mümkün görünmüyor. Ancak herşey zıttıyla varolduğu gibi, kötülüklerin sona ermesi içinde ” yıkım “ olması ihtimali gerçektir. Şayet bu yıkım gerçek olursa, süreç 40 – 50 yıl değil, 5 en fazla 10 yılda büyük ölçüde atlatılır. Dürüst olmam gerekirse sabredebilmemin en başlıca sebebi, Yaratan Rabbin bana geçmiş acıları unutturmasıdır. Bazı zamanlar çok derinden dua ediyorum. Hesap etmedim ama ortalama haftada veya 10 günde bir yalnız kalabildiğim biryerde ağlıyorum ağlayabildiğim kadar…Çünkü gelecek artık gelmekte olan. Tanrıdan emri bekliyor. Bana ve çok az sayıda ki kardeşlerine de diyor ki ; ” dayanın ! belanın çoğu bitti, azı kaldı “ , ” ateşlere girsende pesetme, zalimler için hüküm verildi, infaz kaldı “. Tanrının karşısında hiçkimse duramaz. Tanrının galip gelirken, zafer kazanılmasına sebep kıldığı / vesile ettiği kutsallarınında karşısında kimse duramaz. Çünkü galip gelen yeri ve göğü yaratan Rabdir. Ben artık sizle daha fazla konuşmam. Zamanı Tanrı yaşar ” kuralını hesaba katarsak zaten şuanda benden de sizdende haberdar gelmiş olan Ruh insan. O gerçeğin ruhu size söylenmiş olan birçok gerçeği söyleyecek, hatırlatacak ve haber de vereyim; “ Alt kültür ürünü toplum ” O na da karşı gelecek. Ve yıkımın gerçekleşmesi bu yolla ( Tanrının tasarısı ) olacak. Unutmayın birbirini tutan – birbirine benzeyenler ! Galip gelen Tanrıdır. Ama neden üzüleyim; yaşanmış hiçbirşey boşuna değilya…Bu satırları yazarken dünyanın bir ucunda birileri doğuyor, diğer ucunda birileri ölüyor. Başka biryerde ağlayanlar var, öteki tarafta kahkaha atanlarda olabilir. Bu dünya zamanı ve insan iradesi. Ama azınlığın iradeleri Tanrıya bağlı olacak. Zaten başka türlü zafer mümkün olmazdı. Bu zafer en ümitsiz anda Kral Davud peygamberin tek bir taş atarak yenilmez gözüyle bakılan o zamanın zorbasını mağlup etmesi gibi ( galip gelen Rabdir ), Bir ömür boyu çile çekmiş olan ve en sonunda zehirlene zehirlene can veren Atatürk’ün hiç ümit yokken ölüyor denilen koca çınarın kökünden yeni bir filiz büyütmesi misali, en sonuncu da tarih boyunca olduğu gibi vazifesini yapacaktır. İnsanın esas vatanı bu dünya değilse haklıyım ama, haklı olmaktan da Allaha sığındım. Rabbin adaletinin işleyiş tarzını tam anlamıyla bilmek mümkün görünmüyor ve geleceği…Bütün bu anlattıklarım yalan dolansa ve insanların ait oldukları yer bu dünya ise o halde “ altkültür ürünü karma ortadoğu toplumu ” haklı olandır. Herşeyi tadında bırakmak lazım o halde ruhuma kazınmış olan ( canım feda olsun ) İsa Mesihin sözleriyle veda ediyorum ;
Ne mutlu ruhta yoksul olanlara! Göklerin Egemenliği onlarındır.
Ne mutlu yaslı olanlara! Onlar teselli edilecekler.
Ne mutlu yumuşak huylu olanlara! Onlar yeryüzünü miras alacaklar.
Ne mutlu doğruluğa acıkıp susayanlara! Onlar doyurulacaklar.
Ne mutlu merhametli olanlara! Onlar merhamet bulacaklar.
Ne mutlu yüreği temiz olanlara! Onlar Tanrı’yı görecekler.
Ne mutlu barışı sağlayanlara! Onlara Tanrı oğulları denecek.
Ne mutlu doğruluk uğruna zulüm görenlere! Göklerin Egemenliği onlarındır.