Sayın Tanrı tanıra hitaben;
Gel beraber bir felsefe yemeğinde, felsefe tabağının dibini sıyıralım…
“Tanrı var mıdır?” sorusunun, cevabını “Tanrı” kelimesine verilen anlama bağlı olması, bunun ise o anlamı veren insana bağlı olduğunu da gösterir. Çünkü insan algılayabildiği kadarını anlar, algılayabildiği kadarını bilir. Önce karşımızdaki kişinin “Tanrı”ya ne anlam yüklediğini bilmeliyiz ki, onun anladığı anlamda bir anlam yükleyebilmişmiyiz bilebilelim. Örneğin; habeşler Tanrılarını kendileri gibi, kara ve yassı burunlu, trakyalılar ise, sarışın ve mavi gözlü olarak düşünmesi, insaların “Tanrı” düşüncesini kendi özellikleriyle sınırlandırdığını gösterir. Sayın Tanrı tanır, şimdi hangi Tanrıya inanayım? Arapların söz ettiği “Allah”a mı? Türklerin söz ettiği “Tengri”ye mi? Yoksa Zerdüştlerin “Ahura Mazda”sına mı? Peki ya Yunanların “Zeus”u? Afrikalıların “Cuvcuv”u? Rusların “Pagan”ı… Hangisi gerçek Tanrı, binlerce Tanrıdan hangisi doğru olanı?
İnanç irrasyoneldir ve inançlılar, akıl ve mantıken ikna oldukları için değil, içinde bulundukları topluma uyma gayesiyle, duygusal ve psikolojik sebeplerle inanmaktadır. İnancın sebebi; akıl, mantık ve bilim olmadığı için, inançtan vazgeçmek için de bu yaklaşımlar yeterli olmaz! İşin en önemli kısmı, psikolojik ve sosyolojik kısmıdır.
Eğer ki “Tanrı” transendent yani aşkın bir varlık olarak tanımlıysa yani bildiğimiz fiziksel dünya ve uzay-zaman dışındaysa, ezeli ve ebediyse zamana bağlı değildir. Zamanın dışında ve ötesindedir. Öyleyse bu varlık düşünemez. Çünkü düşünme geleceğe ve geçmişe aittir. Böyle bir varlık gelecek de kurgulayamaz, plan yapamaz, istek ve arzu duyamaz! Fakat “Tanrı”nın yaratması; bir şey isteyip sonra “ol” demesi olarak, tanımladığımız da bu da mümkün olmayan bir şeydir.
Kutsal kitaplarda dünyanın yaratılmasının 6 gün sürdüğü düşünülmektedir. Bu 6 günden kasıt bildiğimiz gün değil de başka bir zaman diliminin kastedildiğini farzetsek bile, belli ki “Tanrı” katında da zaman dilimi vardır. Ayrıca Kuran’da melekelerin yeryüzüne inip çıkmalarının ne kadar sürdüğüne dair ifadeler yer aldığına göre, Aşikâr ki İslam’ın Allah’ı için bir zaman dilimi vardır. Teist, zamanın bizim için olduğunu lâkin “Tanrı” için olmadığını ifade edebilir. Fakat dünyaya müdahale eden bir varlık, dünya da belli bir süre gerektiren bir şey yapıyorsa yine de belli bir zaman yaşamak zorunda değil midir? Zaman bu tür bir ilişkinin bir ucuna uygulanıp diğerine uygulanamayacak bir şey değildir. Dolayısıyla zamansız bir varlık fikri zaten absürd ama işin içine kutsal kitaplar ve islamın Tanrısı ile ilgili bilinen bazı diğer bilgiler katıldığında durum daha da absürdleşmektedir.
Peki, “Tanrı” ezelden beri varsa ve kendisinden başka her şeyi o yarattıysa, o zaman sahip olduğu bilgisi de yaratılmış olmaktadır. Fakat kendi bilgisinden bağımsız bir “Tanrı” düşünülemez! O bilgi eksik olursa, o zaten eksik bir “Tanrı” olur. Yani bildiğimiz “Tanrı” olmaz. Yani kendisiyle birlikte bilgisi de varolmuş olmalıdır. Bilgisi onun bir parçası olmalıdır. Ama o da sorunu çözmüyor. Çünkü “Tanrı” belli bir anda, kendisi dışında her şeyi bir anda yaratmaya karar vermiştir. Bunu neden yapmıştır? Ne değişmiştir? Farklı bir sey yapmak için, farklı bir durumun ortaya çıkması gerekir. Bu ise “Tanrı” dışınada bir şeylerin değişmiş olması gerektiği anlamına gelir. Fakat “Tanrı”dan başka hiçbir şeyin olmadığı bir durum için, “Tanrı” dışındaki faktörlerden bahsedilemeyeceginden dolayı, bu değişikliğin “Tanrı” nın içinden gelmesi gerekir. Yani “Tanrı” değişmiş olabilir. Fakat “Tanrı” mükemmel olduğundan değişmemesi gerekir. Eğer değişiyorsa daha önce mükemmel değildi, değişerek daha mükemmel hâle geldi demektir. Fakat daha önce mükemmel olmaması da “Tanrı”nın tanımına uymaz. Yani aslında “Tanrı”nın yaratamaması gerekir. Bu argüman ” Tanrı”nın mükemmelliğinden değil, her şeyi bilirliliğinden yola çıkarak da şu şekilde geliştirilebilir; ” Tanrı”nın bir şeyi yaratabilmesi için, bilgisinde bir değişiklik olması gerekir. Ezelden beri bildiği bir bilgi de bir değişiklik yoksa ezelden beri yaptığı (yapmadığı) şey de de bir değişiklik olmaması gerekir. Ama bir nokta da “Tanrı” yaratmıştır. Yani bir değişikliğe gitmiştir. Bu demektir ki, daha önce bilmediği bir şeyi bilir hâle gelmiş ve bu yeni bilgi onu yaratmaya sevketmiştir. Bu yeni bilgi dışarıdan gelmiş olamaz. Çünkü daha “Tanrı”dan başka bir şey yok ortalık da. Öyleyse bu bilgi “Tanrı”nın içinden gelmiştir. Ama öyle ya da böyle sonuç “Tanrı” yeni bir bilgi edinmiştir. Ama ” Tanrı”nın yeni bir bilgi edinememesi gerekir. Çünkü ezelden beri her şeyi bilmektedir.
Evet, sayın Tanrı tanır, bu söyleşimizde “Tanrı” üzerine bir kaç kelâm etmiş bulunmaktayız. Sana bir kaç sorum var sayın Tanrı tanır, sana göre;
– Evren yarıtılmış bir varlık mıdır? Yaratılmamış, öncesiz ve sonrasız bir varlık mıdır?
– Vahiy mümkün müdür? Mümkünse hangi “Tanrı” sana daha yakındır?
– Evrenin temel ögesi nedir? Tanrı evren midir?
– Tanrı var mıdır?
Sayın Tanrı tanır bu dört sorum felsefe yemeğinde önüne sunduğum menüm, tabağındaki soruları düşün, sorgula ve içsel bir yolculuğa çık! Unutma ki felsefe sofrasında, tabağını dibine kadar sıyıranlar “Tanrı”yı bulanlardır. Ruhun huzurunu bulanlar; sorgular, Tanrıyı arar, araştırır ve asla korkmaz! Eee ne bekliyorsun sayın Tanrı tanır? Korkma ve başla o hâlde!