Türk-İslam tarihinde devlet görevlilerine atfedilen dua, takdir ve güzel temenni sözlerine alkış deniliyordu. Her ne kadar günümüzde bir tezahürat seremonisi ya da protesto amacı taşıyan el çırpma hareketi olarak değişime uğramış olsa da, her dönem pek rağbet gördüğü muhakkak!
Öyle ki; eskiden Osmanlılarda padişah ve diğer önemli devlet görevlilerine tezahürat etmekle görevli “Alkış Çavuşları” varmış. Bu alayın amacı; padişahın arabasının geçeceği yerlerde hazır bulunmak ve merasimlerde, cami çıkışında, bayramlarda, tahta geçmede ya da savaşa giderken coşkulu bir şekilde övgüde bulunmak ve alkışlamakmış.
“Devletinle bin yaşa, Yaşın uzun ola, Yolun açık ola, Uğurun hayır ola”, gibi alkışları hünkâr, bu alkış temennisinde bulunan kişilerin rütbelerine göre güzel dilekleri ayakta ya da oturarak kabul edermiş. Sayıları oldukça fazla olan bu kalabalığın, devletin güçten düşmesiyle orantılı olarak alkışı da o gür sesi de ortadan kaybolmuş.
Aslında değişmiş, dönüşmüş, medeniyete uygun bir kılığa bürünmüş( ! )
Bu alkış çavuşlarını; birkaç kişi, küçük gruplar ya da kitleler halinde görmek mümkün. Menfaat odaklı çalışıp, sanki bulundukları ortamın şeklini alırlar. Kendi fikirleri olmayan, bazen de sorgulamadan ve düşünmeden kabul edip, onaylamak daha az masraflı olduğundan alkışa hazır, emsalleriyle benzer örnekler taşıyan cıbban sahipleridir. Satış yapma konusunda oldukça maharetlidirler. Ortak fikir üzerinden yürürler, itiraz etmezler. Alkış sahipleri ile aralarındaki çıkar ilişkisi azalma eğilimi gösterdiğinde, çabucak harcanan kişilerdir. Kısacası; alkışı kendine meslek edinerek geçimini sağlayan ve yeri boş kalmayan insanların yaptığı, kuvvetle muhtemel şuursuz eylemdir.
Bunları teşhis etmek zor değil!
Hâlâ doğruları savunabilen, onay alma çabasında olmayan, karşı karşıya gelmekten korkmayan ve kendine saygısını yitirmemiş küçük bir insan topluluğu olarak, bu oluşuma karşı her daim teyakkuzda olmamız gerektiği kanaatindeyim vesselam…