Yaşamımız boyunca öyle anlara denk geliriz ki, ya tamamen her şeyden vazgeçiş ya da bir şeye tutunma evresi. Bazen çok uzaklara sessiz sedasız kimsesiz bir mecraya çekilme isteği kulağa hiç de kötü gelmiyorken, aslında daha fazla susmamak, içini dökebilmek, bir eli tutabilmek ihtiyacı doğuyor ve bu ihtiyaç nasıl da can yakıyor…
Vazgeçiş evresinden çekip çıkarıyor seni bir el ve sanırsın yükselmişsin olabildiğince göklere, bâki olmuyor ne yazık o el nerede…
Bizi tutup inandırıyorlar ve de bırakıyorlar bir başımıza evrenin kuytu köşelerinde beklemekte kalıyoruz bir küçük camdan gelmesini. Cam kırılmış, saksılar dağılmış, çiçekler kurumuş. İşte baş başasın kendinle gecenin karanlığında ve soğuğunda titreyerek gelincik edasıyla… Ne güneş ısıtır artık titreyen yaprağını, ne yağmur suları can katar gövdene, ne inancın kalır gökkuşağı enerjisine. Yorgun bir bakış, yitik bir gülücük, susturulmuş cümlelerle; elveda.