Ah Bu Renkler (önsöz)

Tesadüfen geldiğimiz bu hayata bi bak. Tanıdığımız insanlar, geçtiğimiz yollar, yaşadığımız olaylar. Kaybettiklerimiz. Sürekli değişiyor dünyanın hali ve sahip olduğumuz algı değişiyor. İnsanlar kolayca alışmaktan başka seçeneği var mı? Ben ise naif kaldım, gerçeklerin üzerinde durmak yerine karşısında oldum, kabul etmediğimden değil, ne yapacağımı bilememekten bazen. İyisinden düşündüm, karanlıktan aydınlığa, siyah beyazından değil de renkli haline, bunu kendimce safça olduğumu düşünüyorum. Benim gibi gören var mıdır renkleri, sadece renk olarak değil de bir kaçış, kurtuluş ve sonu olmayan sorular gibi.

Bizi insandan daha insan yapan nitelikler vardır. Başkasının halinden anlamak, acıyı duymak, merhamete dokunmak, gülümsemenin canlılığına şahit olmak, yaşamak bana göre derin bir sorguyu barındırıyor içinde. Hani, insanlar yaşı arttıkça daha çok öğreniyor ya bu hayattan, yaşadıkça derin bir değişkenliğe giriyorsun haliyle. Bulunduğun yer, sahip oldukların, arkadaşların ve bu hayat senin en iyi öğretmenindir. Bunu yaşadıkça farkına varıyorsun, yalnız kaldığında, hayatın zorlaştığında ki buna sadece olumsuz olarak bakmamak gerekiyor, hayat neşeliyken de çok şey öğretir insana. Yıllarca uğraştığın bir şeyden sonra amacına ulaşmak, bir tepenin manzarası, güzellikler, doğa. Gecenin yıldızları. Algının değişkenliği, herkesin kendine göre farklılıkların olması güzel yaratıcılık barındırıyor içinde.

Benden sana tavsiye biraz daha dokun bu hayatın renklerine. Biraz daha aç kendini, ne yaşıyorsan yaşa, hepsi geçecek zamanı geldiğinde. İzlerini saklama göster çünkü her birinin hikayesi var, yenisi de olacak korkma – mavinin ve grinin arasında gezerdim düşlerimde. Güneşli bir günün içinde, düşlerimin içindeki kara bulutlara dalıp gitmemin nedenlerini aradım. İkisi de güzeldi oysa ki. Güzel tarafından bakmayı öğrendim. Dedim ya, ben naif olanı seçmeye alıştım. Kötülüğün içinden iyiliği aramayı, sonun yanında başka bir yeni başlangıcı, aitliği, uyumu ve değişkenliğe alıştım. Biz evrenin milyonlarca yıldızların arasından, karınca kadar bedenimizle, bu koskoca dünyada şans eseri gelmişiz herhangi bir ülkede, milletinin ve tarihin içinden dünyayı istiyoruz. Zenginliği, lüksü, devamlılığı bekliyoruz ama kiminin sahip oldukları ise ona en büyük zenginlik, onun için en lüksü, onun için her şey. İnsanlar da renkler gibi farklılar göremiyoruz. Başkasının kendimiz gibi olmasını istiyoruz, kenara geçip düşündüğümde aslında bunu isteyen kişiler en çok haykıran bu kişiler. Anlayışa ihtiyaç duyan, aitliği hissetmek isteyen, milyonlarca renk tonların içinde kendine uygun olanı isteyen, insanca şeyler.

Birini sevdiğimizde aslında bu gerçekten sevgi mi, biz başta önce kendimizi seviyor muyuz? Sevginin derin anlamlarını düşündüm, çok basitçe görünüyor artık çevremizde. Sev, sonra sevme, küs ve sonra barış – sevmek ile sevilmek arasında gidip kaldım. Birine ihtiyaç duyarız, çünkü yalnız olmak insanı kimsesiz hissettiriyor, hep aynı şeyleri yapıyorsun, kiminin yalnızlığı kurtuluş, kiminin ise hapishane olabiliyor. Buradaki anlam şudur biz anlaşılmayı istiyoruz. Sevmek bunu başta sağlamıyor, birini sevmek onu anlıyorsun anlamına da gelmiyor, sen onun sana iyi gelen tarafını seviyorsun, belki gülüşü, belki onun senin en eksik zamanında sana dokunuşu, seni bütünleştiren tarafını, sana iyi gelen kısmını – bu sevmek değildi aslında, sevmek onunla bütün olabilmekte. İstemediğin şeyleri yapsa bile bunu kusur olarak görmemekte, olduğu gibi, onu özgürleştirmekte sadece onu da değil, birlikte özgürlüğe ilerlemek sevmektir. Peki ayrılıklar, neden başlar biliyor musun? Çünkü istediğini alamamakla başlar bunu istemekte sevginin olmayışından gelir, olduğu halinden değiştirmeye çalışmakla, onu aşağıya çekmek ile, kimin çok sevdiği değildi konu, asıl konu her şeyiyle sevmeye devam edebilmekte. Bazen düşündüğüm konu da buydu, benim gibi görebilen biri olabilecek miydi, gördüğüm bu renkleri?
Ah kimimiz kuş olmayı istedi, kanatlanıp mavilere ucabilmek için, kimimiz en uzun yolculuklarda huzuru aradı, kimimiz sabahın doğusunda yeniden doğmayı diledi, kimimiz gecenin en karanlığında görülmek istedi o kişi tarafından, kimimiz yeşilliklere bakarak anımsadı kaybettiklerini, hayatından çekip gidenleri özledi, kimimiz bu hayata yaşama dokunamıyor, yaşadıklarından dolayı kırılıyor, kiminin en çok ihtiyacı destek, kiminin en çok istediği para ama para sahip olacaklarının sadece maddiyat kısmını alabilir, kimisi fark edemiyor denizlere, topraklara, dünyaya sahip olabilmek maneviyattan değerli midir? Kiminin dalıp gittiğinde yanan ateşe, aslında yakmak istediği ne çok anıları var, kiminin için unutmak hatırlamaktan daha kolay, algılar farklı renkler gibi. İnsanlar farklı, çeşit, başka. Öyleyse gelsin son kıta:

Alacaksın renklerini,
Bir gün beyaz,
Diğer gün siyah,
Bulacaksın kendini uzaktan bakarken mavilere,
Denizin üstü güzelce köpürürken,
Bazı anılar gün batımında izleyeceksin kendini,
Lacivertin renginden dokunacaksın uzun geceye,
Göreceksin öpülesi dudakların pembesini,
Koşarken izleyeceksin mor menekşeleri,
Düşleyeceksin kırlardan sarı papatyaları,
Yeşile varacaksın işittiğinde kuş vızıltılarını,
Duyacaksın griyi yağmurun sesinden,
Yaz geldiğinde görünecek sarı limonatalar,
Kırmızıdır akan kanın teninden,
Mordur yaranın öncesi ve çürüyen bedenin,
Kahverengidir toprağın rengi sona geldiğimizde,
Ah bu renkler, hayat bu…

Ercan Öztürk
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
Deniz, kum, güneş: Düşük bütçeli Bartın tatilinde yapılacaklar

Deniz, kum, güneş: Düşük bütçeli Bartın tatilinde yapılacaklar

Sonraki
SONSUZLUĞA(bölüm-1)

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.