Oturduğum yerde savaşlara övgü dizmek o savaşta hayatını kaybeden insanlar üzerinde pirim yapmak çabasını hatırlatıyor bana.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “savaş zorunlu olmadıkça cinayettir” sözü bu konuda hangi savaşlar onaylanmalıdır sorusunun cevabını vermektedir.
Tabi, tarihçi olmak savaşları da anlatmayı gerektiriyor. Savaş karşıtı olarak tanımlayabilirim düşüncelerimi. Ama savaş karşıtı olmak geçmişte yaşanmış olayları görmemeyi de gerektirmiyor.
Tarihte gereksiz çok savaştan söz edilebilir. Kimi kişisel çıkarlardan kaynaklı, egemenlerin egolarından kaynaklı veya bir aşk uğruna çıkan, binlerce insanın hayatına mal olan savaşlardan bahsedebiliriz.
Keşke her zaman her sorun konuşularak çözülebilse. Ama hayatın gerçeği böyle değil. Bazen silahlarla bazı şeylerin çözülmesi gerekiyor. İşte o zaman, kazananın hangi taraf olduğuna bakılmaksızın, insanlık ölüyor.
Tabi, bu beylik sözleri söylemek kolay. Ama hayatın gerçekleri geçmişte nice savaşın yaşanmasına sebep oldu.
Bizim tarihimizde önem arz eden iki büyük savaş var. Bu iki savaşı da kazandık. Ve bu savaşları kazanmamız tarihin seyrini her iki sefer de değiştirdi.
Savaşlardan biri Malazgirt Meydan Savaşı, 26 Ağustos 1071 tarihinde, Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan ile Bizans İmparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşti. Savaş Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın zaferi ile sonuçlandı. Malazgirt Savaşı, Türkler’e Anadolu‘nun kapılarını kesin olarak açtı ve Türkler akın akın Anadolu’ya gelip Anadolu’yu yurt edinmeye başladılar.
Diğeri ise, Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşıdır. Çeşitli bunalımlar yaşanmasına rağmen, Anadolu 1918 de biten I.Dünya Savaşı’nın sonuna kadar üzerine düşman ayağı değmeyen yurt oldu. Ancak savaştan sonra imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında Malazgirt ile Türk yurdu olan Anadolu işgal edildi. Osmanlı Devleti’nin orduları dağıtıldı, egemenlik hakları elinden alındı ve Türk yurdu zor zamanlar yaşamaya başladı. İşte buna karşı çıkan, bu duruma dur demeyi bilen üstün yürekli, cesaretli Türk insanı yurdunun işgale uğramasına karşı çıktı. Önder, zorunlu olmadıkça savaşı bir cinayet olarak gören Mustafa Kemal ATATÜRK’tü. Yurdun işgali Kurtuluş Savaşı’nı vermeyi zorunlu kılmıştı. İşgallere karşı 1919 yılının 19 Mayısında başlatılan direniş, 26-30 Ağustos 1922 tarihleri arasında işgalci İngiliz desteğindeki Yunan kuvvetlerinin yenilmeleriyle Türk zaferi ile sonuçlandı. Böylece 1071 yılı 26 Ağustosunda yapılan bir savaş ile Türk yurdu olan Anadolu, yüzyıllar sonra 30 Ağustos günü Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde düşmana vurulan büyük darbe ile Türk yurdu olarak kalmaya devam etti.
26 Ağustosa denk gelen bu iki savaşın Anadolu’nun Türk yurdu olmasına, aradaki yüzyıllara rağmen bu kadar etkili olmaları, tarihin nasıl da yaşayan bir süreç olduğunu gözler önüne sermeye yeter örnektir. Bu süreç yaşamımıza etkisini hala devam ettirmektedir.
Savaşlara övgü dizmeden savaşları anlatmak mümkün mü, övmeden anlatabildim mi bilemiyorum. Savaş kaçınılmaz olmuşsa, başka çaresi yoksa iki örnekte olduğu gibi, toplumumuzun geleceği için gerekli olmuşsa biz kazanalım. Ama savaş meraklısı, savaş övücüsü de olmayalım isterim.