Yok yere… Yok yere kendini harap ediyorsun niye? Ortada bir sebep yokken ne diye kendini üzüyorsun sıkıyorsun bu zulmü kendine ne diye yaparsın, der birileri. Onlar söyleyip dursunlar haklı gibi görünüyorlar değil mi? Hasta olduğunu düşünüyorsun veya farklı olduğunu, neden diğer insanlar gibi hayatın normal akışına kapılamıyorsun neden tek derdin karnımı doyuracak mıyım sevgilim olacak mı arabam olacak mı çocuklarıma bisiklet mi alacağım araba mı? Neden normal dertlerin olmuyor da acaba daha derinlere inip kendine acı bulmak için çaba gösteriyorsun? Bu girdabın içine bir kez girdin mi bir daha çıkış yok biliyorsun değil mi hadi gel o zaman bu girdaba bırakalım kendimizi. Korkulacak bir şey yok merak etme en güçlü acı en zarif ve en güzel olanı ortaya çıkaracaktır.
Bir zamanlar ölüme bile meydan okudum şu genç yaşıma rağmen hayata sımsıkı sarılıp güzel hayaller kurmam gerektiği halde ölümü arzuladım yok olmak kaybolmak, adına ne derseniz diyin süratle giden motordan ölüme atlayıp ölmeden fakat yaşadığım fiziksel sancılar ile ölümü deneyimlediğim adeta ölüme kapı araladığım bir süreçti. Kafama takılan binlerce yüzbinlerce takıntılı düşünceler depresif veya takıntılı kişiliğimin bir tezahürüydü bununla birlikte bana rehber olan evrenin ışıltılı penceresine kapı aralamama vesile oldu. Ben ve benim gibilere, rahat batıyor veya dertsiz başına dert açmakta üstüne yok, denilir elbette, mevzunun maddi ve görünür sebepleri olabilir hiçbir depresif duygu sebepsiz değildir kimse yok yere depresyona gireyim acı çekeyim demez. Olayın bir diğer sebep dairesine bakalım hani şu ışıltılı pencere. Ben o pencereden bakınca savaş, kan, gözyaşı, tecavüz, psikolojik fiziksel şiddet, sebepsiz yere ölen milyonlar, hastalıklar, açlık sefalet görüyorum. Tuhaf gelebilir ancak ışıltı burada başlıyor. Karnı tok sırtı pek insanlar diğer acı çeken insanları anlamalı onların acılarını paylaşmalı evet bu bence en bariz bir gerçeklik sosyal ilişkilerimiz veya kendimizle olan ilişkilerimiz bu evreni birlikte paylaştığımız her bir canlıyla ortak bir bağ kurmuş adeta. Bu bir dogma değil bu gerçekliği kabul etmek zorunda değilsiniz fakat unutmayın kabul etmiyor olduğunuz bu gerçekliğin var olmadığı anlamına gelmez. Eğer bu girdaba gireceksek ki biz istemesek de gireceğiz bununla yüzleşmeliyiz. Yeryüzünde var olan her şey, iyi ve kötü enerjisiyle bizimle de bütünleşir. Hayatı güllük gülistan olan bir eli yağda bir eli balda olana evren şu mesajı gönderiyor, bu kadar rahat olmaya utanmıyor musun bak o kadar açlık sefalet çeken var ölüm kalım savaşı veren var sen de biraz eşinle problem yaşa biraz işinde aksamalar olsun arkadaşınla aranda polemik olsun tat bakalım bu acıyı ki ödüllendirilesin. Ya peki acıyı kabul etmezsen bana ne desen, bi antidepresan alsan ne olur? O acı çekilecek ya bugün ya yarın bundan kaçış yok. Bizim yapmamız gereken acılarla büyümek acıları sevmek acıları kovmamak evet işte o zaman daha da bi insan olursun ait olursun bu evrene, çünkü ışıltılı pencereden bakmış oluyorsun ve acı en büyük haz en güzel gelişim aracı oluyor senin için, evren seni yetiştiriyor evren seni seviyor diğer canlılarla birlikte var olursun diyor.
Belki dersiniz ki mazoşist bir ruha mı sahip olalım tüm acıları ben mi çekeyim, hayır doğa yasası bunu istemez doğa yasası kuralına uyulmasını ister payına düşecek acıya razı ol haaa ama daha mı fazla acı istiyorsun o zaman daha çok ödül daha çok maddeyi ve canlıyı anlama idraki ve onların kalplerine sirayet etme ehliyetine sahip olursun, göz göze gelince bir bütünlük hissedersin ben senin acını alayım nolur, derken bir bakmışsın o sana ben alayım acını der ve müthiş bir gerçeklik yüzümüze çarpar sen karşındakinin bir başkasının ötekinin falanın filanın acısını alınca evren sana ışıltılı penceresinden yağmur damlaları serper başından aşağıya daha da ıslanmak istersin, en güzeli değil mi yağmur altında aşk. Seversin acıları yok mu başka acı nolur bana acı ver dersin evet dersin ki daha da bi güçlenesin gelişesin mutlu olasın, ey acılarım siz var olun ki ben de var olayım!