İlk gün ve sonraki altı ay hiç yüz vermemiştim ona. Daha sonra ise bir süre arkadaş olduk. Çünkü olması gereken tam da buydu. Hiç sevgilim olmadı diye bana ilgi gösteren ilk erkekle samimi olacak değildim ya. Çok etkilendiğim doğruydu ama pek de güvenilir bir tipe benzemiyordu zaten. Yani o zamanlar böyle düşünmüştüm. Sonrasında ise çok güzel anlaşıyorduk. Ailelerimiz zıt da olsa birbirimize benziyordu. Ben babamı kaybettiğimde o babasını bulmuştu. Hayat ne garip.. İki küçük çocuğun yıllar sonra aynı nedenlerle çakışan hayatı.. Aşk, ihanet, yalanlar, korkular ve nice duyguların kesiştiği bir grafiktik biz. O zamanlar böyleydi evet seviyordum evet çok aşıktım. Evet, o sadece sevgilim değil ailemdi. Hayatımdı. Geleceğim ve geçmişimdi. Peki şimdi? Onun hakkında ne düşünüyorum? Ne düşün-me-li-yim diye sormalıyım sanırım. Çünkü düşünme yetimi kaybetmiş gibi bir halim var..
*****
Onu çok özlüyorum. Ders çalışırken bana kahve yapmasını, ellerimi öpüşünü, omuzunu, ağladığımda göz yaşlarımı öperek silmesini, gitar çalıp şarkı söylemesini, kiminle konuşursa konuşsun hep gözlerimin içine bakarak her ortamda sadece beni önemsemesini, beni güldürmek için saatlerce konuşmasını .. Ah Ali.. Her şeyini çok özledim. Kendime bile itiraf edemediğim o kadar çok şeyi özledim ki… Aklıma bile getirmemeye çalıştığım tüm yaşadıklarımız gözümün önünden hiç gitmiyor.
İnsanların neden ölmeyi istediklerini anlamazdım hiç. Seni özlerken her defasında daha da fazla öldüğümü hissettiğimde ise anlıyorum. Bende defalarca istedim. Her gece. Bunu yapacak değildim. Ancak istediğim olmuştu.
Ama beni tutan bir şeyler vardı. Beni bu hayata bağlayan garip bir umut vardı içimde. Ne olduğunu ve bu umutsuzluk denizinin içinde nasıl ortaya çıktığını bilmediğim bir umut.. Sonuçta bende insanım diye düşündüm. Umut değil midir insanı ayakta tutan. Hala ayaktaysam bitmek tükenmek bilmez umudumun sayesindedir.
Midem çok bulanmaya başladı. Bir şeyler yesem iyi olacak sanırım. Bu aralar çaydanlığı kullanmayı çok seviyorum ama suyu elektrikli ısıtıcıda kaynatmazsam çaydanlığın suyu kaynatmasını bekleyene kadar açlıktan ölebilirim. Biraz peynir, ekmek ve zeytin…. Üzerine çayın yanında bir tane sigara… Özlediğim şeylerden birisi de tok karnına sigara içmekmiş sanırım. Bu ikili bana dünyada güzel bir şeylerinde olabileceğini tekrar hatırlattı. Bir yudum daha çay. Yine eskilere dalıp gidebilecek bir ruh haline sahipken kapı çaldı. Yaklaşık bir haftadır kapının arkasından konuşup kapıyı açmıyordum kimseye. Ama bugün açmaya karar verdim. Tokluğun etkisi sanırım.
Tıknaz, kel, ve kırmızı suratlı kapıcı Ethem Amcaydı kapıdaki. Beni hep çok sever “Oğlum büyük olsa seni hiç kaçırmazdım.” diye 13 yaşındaki oğlu Zeki’nin çok geç doğmuş olduğundan dert yanar dururdu. Ben ise sürekli şanslı olduğumu düşünürdüm Ethem amcanın dert yanışını dinlerken. Bugün ise şanssız olduğumu düşünecek kadar psikolojisi bozuk günler geçiriyordum. Ethem amca çöpü alıp giderken bir anda durup bana döndü. Bol kahverengi iş pantolonu, sürekli kolları katlı duran krem rengi gömleği ve cebinden sarkan bir avuç dolusu anahtarın takılı olduğu anahtarlığıyla her zamanki Ethem Amcaydı. Konuşmak istediği belliydi. Zaten hiç lafı gevelemeden direkt konuya girdi.
-“İyi misin Ela kızım.”
Günlerdir ilk defa bir insanla yüz yüze konuşmanın verdiği aşırı duygusallık ile gözlerimden yaş akmaya başlamıştı bile. Ayrıca günlerdir adama kapıyı bile açmıyordum. Nasıl iyi olduğumu söyleyebilirdim ki?
-“Pek sayılmaz Ethem amca. Ama iyi olacağım inşallah.”
Gözlerimden akan yaşları tutamıyordum. Ethem Amcanın bana bakışını hayatım boyunca unutabileceğimi sanmıyorum. Gözlerinde acı ve üzüntü vardı. Bana acıyarak bakan ilk insan değildi. Bu gün bakkal da öyle bakmıştı ama Ethem Amcanın bakışı kalbime kazınmıştı. Gözlerini kısarak sadece gözlerimin içine bakıyordu. Yine de beni biraz olsun iyi hissettirebilmek için olsa gerek her zamanki babacan tavrıyla gülümsedi.
-“İyi olacağına eminim kızım. Allah büyüktür. Hadi Allah’a emanet ol.”
Ethem Amcaya teşekkür edip kapıyı kapattım. Birisiyle konuşmanın beni bu kadar etkileyebileceğini hiç düşünmemiştim. Ona hiçbir şey anlatmamama rağmen hüznümü mutsuzluğumu ve içimdeki umut birikintisini gördüğüne eminim. Ama hayat böyle işte. Ne kadar anlatmak istemesek de bir şeyleri yani dudaklarımız sussa da gözlerimiz anlatır ellerimiz anlatır. Asla susmaz hareketlerimiz. Ve eğer benim gibi eline koluna hakim olma konusunda beyni ile birlikte hareket etmeyen biriyseniz vay halinize. Sizin için susmak bir anlam ifade etmez. Dudaklarınız iyiyim dese elleriniz, kollarınız, gözleriniz başlar küfür etmeye. Ben de böyleyim işte. Her kadın gibi içinde tutamayan hiçbir şeyi.. Belki de daha güzel böylesi. Belki de bundan da güzel olan hikayelerle yaşamaktır. Sonu hiç kötü bitmeyen hikâyeler uydurarak ve bunları da insanlarla paylaşıp gerçek olduğuna inanarak yaşamaktır. Daha önceden yapardım bunu. Mesela bir otobüse bindiğimde yanımdaki sürekli soru soran teyzeye adımın Merve olduğunu Ankara Üniversitesinde hukuk okuduğumu annemin doktor olduğunu ya da o an olmasını istediğim kişiliği oynayarak cevap verirdim. Ama bu günlerde gerçekler beni yaşıyor ve ben bunlar karşısında soru soran teyze gibi oturup meraklı gözlerle bakıyorum. Bu sefer hayat beni yaşıyor ben ise sadece onu seyrediyorum. Bu sefer hikâyemin kontrolü bende değil…