Melankolik bir pazar günüydü. Pazar günleri daima melankolik olurlar zaten. Uyuyordum. Münasebetsiz birisi ısrarla cep telefonumu çaldırıyordu. Hayır olsun inşallah demek yerine ‘senin amına koyayım emi’ diye söylenerek kalktım yataktan. Kenar mahalle raconu bunu gerektirir.
Oğuz’un, ”Cep telefonu acayip radyasyon yayıyormuş. Radyasyon da kısırlığa sebep oluyormuş, haberin olsun. Gazetede okudum,” demesinin üzerinden tam yirmi altı gün geçmişti. Ben de Oğuz’un gazeteden okuduklarını bana aktarmasından sonra telefonumu çalışma masamın üzerine bırakır olmuştum. Yastığımın dibine değil. O yüzden telefonumun çalması yataktan kalkmamı icap ettiriyordu.
Telefonu elime alıp da arayanın Sertaç olduğunu görünce bir kez daha ‘senin amına koyayım emi’ dedim ve açtım telefonu. Sertaç, her hâlinden uykulu olduğu anlaşılan bir sesle; ”Çabuk bana gel. Konuşmamız lazım,” dedi. Sesinde uykulu tonla birlikte hüzün de sezinledim. Yine de çok uykum olduğundan ”Sertaç öğlene doğru gelirim, biraz uyuyayım. Saat daha sabahın altısı ve…” Sertaç konuşmamın bitmesini beklemeden ”Ya hemen şimdi gelirsin ya da seni de diğerleri gibi defterden silerim,” dedi. Cümlemin bölünmesine hiç aldırış etmedim ama ”de bağlacı”ndaki yıkıcılık ve Sertaç’ın defterinden silinenlerin sayıca birden fazla olması içimde dış cephesi kederle örülü kaçak bir bina dikilmesine neden oldu. Meraklandığım derecede üzülmüştüm de…
Merak ve keder içerisinde aceleyle çıktım evden. Yüzümü yıkamayı unuttuğum ancak yolda aklıma geldi. Sertaç fazla duygusal bir çocuk olsa da, sabahın altısında beni arayıp ”Çabuk bana gel,” demesi olağan bir durum değildi. Her ne kadar gizlemeye çalışsam da bu olağan dışılık beni istemsiz bir paniğe sevk etti. Sertaç’ın oturduğu apartın önüne gelince yerde yatan A.S.’yi gördüm. A.S. Sertaç’ın iki yıl önce internetten sipariş edip aldığı şişme kadındı. Ona bu ismi Sertaç vermişti.
A.S.’yi kucaklayıp Sertaç’ın dairesine çıktım. Sertaç kapıyı açtığında kucağımda A.S.’yi görünce deliye döndü. Henüz ne olduğunu anlayamadan elimdeki A.S.’yi alıp tekrar balkondan aşağıya, sokağa fırlattı. Yılların mülayimi Sertaç’ı ilk kez bu denli öfkeli görüyordum. Her ne kadar Sertaç’ı delirmesine ramak kalmış bir hâlde görmüş olsam da, tek parça gördüğüm için de şükrettim.
Beşinci katta oturduğundan bir delilik yapmasından korkup ”Hadi gel içeriye girelim. Sen de neler olduğunu sakin sakin anlat,” diyerek, Sertaç’ı içeriye soktum. ”Karnın aç mı, kahvaltı hazırlamamı ister misin? Hem ben de kahvaltı yapmadım daha, birlikte güzel bir kahvaltı yapalım, ne dersin?” dedim, mülayim bir ses tonuyla. Uykusuzluktan kan çanağına dönen gözleriyle bana bakarak; ”Bak Necmettin gereksiz anne şefkatini bir kenara bırak. Görüyorsun ki seninle baş başa romantik bir pazar kahvaltısı yapacak modda değilim. Sana olanları özetle anlatmaya çalışacağım. Sakın lafımı bölmeye kalkma. Bu sabah burada yalnızca ben konuşacağım. Konuşmam bitince de yalnızca bir soru sorma hakkın olacak. İstediğin soruyu çekinmeden sorabilirsin. Ben de sorunu büyük bir dürüstlükle cevaplayacağım,” dedi. Cümlesini bitirir bitirmez en acilinden ”Tamam ama neden sadece bir soru ki,” deyiverdim. Sertaç kararlılıkla ”Canım öyle istiyor,” deyince, ”Peki seni dinliyorum o zaman. Buyur,” diyebildim ve Sertaç’ı dinlemeye koyuldum.
”Sen üniversiteyi memleketinde okuyorsun Necmettin. Tartışmasız, üniversiteyi memleketinde okuyor olmanın avantajları dezavantajlarından çok daha fazla. Sen en azından akşam eve gittiğinde yemeğin önüne koyuluyor. Ne bileyim işte sıcacık bir tas çorba içebiliyorsun. Bulaşık yıkama derdin yok, ütü derdin yok, temizlik derdin yok vs. Ama bizim öyle mi allasen? Evden çıkmadan önce evi nasıl bırakıyorsak geldiğimizde de aynen o şekil buluyoruz. Tuğrul ya da ben bir şeyler yapıyorsak yiyoruz, yapmazsak yok. Daha doğrusu yiyorduk. Çünkü artık Tuğrul piçi de yok!”
”Sahi, Tuğrul nerede Sertaç? Geldiğimden beri soracağım diyorum ama bir türlü fırsat bulup da soramadım.”
Sertaç, cümlesini böldüğüm için öldürecekmiş gibi bana baktıktan sonra ”Ben sana ne demiştim Necmettin? Bu sabah yalnızca ben konuşacağım dememiş miydim ve sana da sadece bir soru hakkın olduğunu özellikle söylememiş miydim?” deyince nasıl bir aptallık yaptığımı anlayıp ”Özür dilerim Sertaç. Boş bulundum. Söz veriyorum tekrarı olmayacak arkadaşım,” dedim. O an için tek korktuğum şey Sertaç’ın ‘bir soru hakkın vardı onu da kaybettin. Konuşmam bitince hiçbir şey sormayacaksın’ cümlesini duymaktı ama Sertaç büyük bir anlayış göstererek ”Tamam, rica ediyorum tekrarı olmasın,” dedi sadece.
Sertaç, asla konuşmamam gerektiğini bana nasıl empoze ettiyse artık ”Nerde kalmıştık?” deyince gıkım çıkmadı. Allah’tan konuşmasının nerede bölündüğünü tez vakitte hatırladı da zaten yeterince belirsizlik kazanan konu kör bir açmaza doğru sürüklenmedi.
”Hatırladım. Tuğrul piçi diyordum. Evet, Tuğrul piçin tekidir!” Konu akışını bozduğum için kendimden nefret ettim. ”Beni yaklaşık olarak iki buçuk yıldır tanıyorsun Necmettin. Bu yüzden de kimseye en ufak bir kötülüğümün dokunmayacağını artık anlamışsındır diye düşünüyorum. (Anladım manasında başımı salladım) A.S.’yi de biliyorsun. Ve tabii A.S.’yi ne kadar çok sevdiğimi de… A.S.’yi birlikte gitmiş olduğumuz pikniklere bile götürdüm ben. O derece yani. En çok da seninle birlikte zaman geçirdiğimiz için A.S.’ye olan sevgimin en büyük şahidi de sensin. Hatta bir defasında kafamız kıyakken Es Es’in atmış olduğu golün sevincini yaşıyorduk da sen yanlışlıkla elindeki sigarayla A.S.’yi yakmıştın. O akşam ne kadar içten ağladığımı da yine, yalnızca sen görmüştün. Hatta sabah bisikletçiden yama alıp da A.S.’yi onarmak için ne kadar sabırsızlandığımı da yine yalnız ve yalnızca sen… Kısacası, A.S’ye olan sevgimin en büyük tanığı sensin Necmettin. Açıkçası ben yıllar sonra bir kadına güvenmek istedim. Sevmek istedim. A.S. onun için girdi hayatıma. Ama o kahpe ne yaptı? Onun için yaptıklarımı görmezden gelip beni beş aylık ev arkadaşım Tuğrul piçiyle aldattı. Dün akşam Tuğrul’a eve geç geleceğim diye mesaj attıktan sonra işlerimin erken bitmesi münasebeti ile eve normal sayılabilecek bir saatte döndüm. Dönmez olaydım! Eve girdiğimde portmantoya montumu asacaktım ki Tuğrul’un hayvansı sesler çıkardığını duydum. Korkarak da olsa sesin geldiği yöne doğru ilerlediğimde ise Tuğrul’un A.S. ile deliler gibi seviştiğine şahit oldum. Aklıma bir anlığına A.S.’nin tecavüze uğruyor olması ihtimali gelse de, A.S.’nin gözlerine bakınca bu durumun tecavüzden ziyade bir istekten, arzudan ibaret olduğunu çok çok iyi anladım. A.S. masum bir kadından çok Tuğrul’u gizlice evine alan bir kahpeye benziyordu. Tuğrul’u A.S.’nin üzerinden aldığım gibi yere fırlattım. Sonra da evden siktir ettim. A.S. ile baş başa kalınca da ”Neden?” diye sordum A.S.’ye. Saatlerce suskun kalması bir bakıma suçunu itiraf etmesi anlamına gelince de on bir yerinden bıçaklayıp balkondan attım kahpeyi. Sonra sabahın olmasını bekledim. Devamını da biliyorsun zaten.”
Sadece bir soru sorma hakkım olduğunu çok iyi bildiğimden yıllardır Sertaç’a soramadığım soruyu sormak istedim: ”A.S. kim?”
Sorum karşısında Sertaç’ın yüzü düştü. Memnuniyetsiz yüz ifadesinden cevap vermek istemediği bir soruyla muhattap olmak zorunda kaldığını anladım. Bu kahrolası durumu kendimden dolayı çok iyi biliyordum. İstemeye istemeye ”A.S. geçmişte sevdiğim bir kadındı,” dedi. Konunun gidişatını az çok tahmin ettiğimden ”İstemiyorsan anlatmayabilirsin kardeşim,” dedimse de Sertaç sanki varoluşundan beri ayaklarına takılı prangadan kurtulmak istercesine ”Hayır, anlatmak istiyorum. Anlatmak ve kurtulmak!” diyerek bir çırpıda bitirdi cümlesini.
”A.S.’yi çok eskiden beri tanırım. Daha doğrusu tanıdığımı zannediyormuşum. Ona da ”A.S.” diyorum çünkü o kahpenin ad ve soyadının kısaltması A.S. idi. Ben o kahpeye saf duygular beslerken o çoktan çığrından çıkmış bir orospuymuş da meğer bir tek benim haberim yokmuş. Birkaç kez belki düzelir gibisinden affetmeyi tercih ettimse de her defasında, ilk fırsatta elin adamlarının altında aldı soluğu. Can çıkmadan huy çıkmazmış, anladım. Suratına tükürüp terk ettim A.S.’yi. İşte, internetten bir şişme kadın sipariş edip ismini de A.S. koymam sırf A.S.’nin kendisini temize çekebilmesi için ona bir şans daha vermem anlamına geliyordu. Ama o ne yaptı? Şişme kadınken bile aslını inkâr etmeyip orospuluğa devam etti. Şükürler olsun ki artık ne A.S. var ne de yıllardır kimseye anlatamadığım için içimde dağ gibi büyüyen suskunluk cehennemi. O yüzden kardeşim izin ver de bugün yalnızca ben konuşayım. Yıllardır konuşamadıklarımın hatırına yalnızca ben…”
O an için dinlediklerim karşısında Sertaç’ı zehirli bir yılan sokmuş da ben de o zehri marifetli bir doğa bilimci gibi emmişim hissine kapıldım. Sertaç’ın istediği gibi tek kelime etmeden çıktım evden. Sertaç’ın yarım bıraktığı işi tamamlamak, A.S. kahpesini paramparça etmek istiyordum. Gözüm dönmüş bir hâlde sokağa çıktığımda A.S.’yi toraman iki sokak köpeğinin parçaladığını görünce içim soğuyuverdi. Götü göğsü başka başka taraflara dağılmıştı kahpenin. ”Er geç adalet yerini bulur,” dedim A.S.’nin leşine bakarken. Ve unutma: ”Su testisi su yolunda kırılır,” diye de ekledim. A.S.’nin kopan eline basıp arabama doğru yürüyorken Sertaç’ın balkonuna baktım. Sertaç balkondaydı ve mutlu gözüküyordu. Büyük bir yükten kurtulmanın hafifliği vardı omuzlarında. Sertaç’a bakıp; ‘üşütme, içeriye gir. Ben kıymalı börek alıp geliyorum hemen. Sen de çayı demle şöyle mis gibi bir kahvaltı edelim’ demek yerine, sadece el sallamakla yetindim. Çünkü artık uzun bir süre boyunca konuşması gereken tek kişi Sertaç’tı. Yalnızca Sertaç… O yüzden bakışarak anlaştık.