Kul kullun ya’melu ala şakiletih, fe rabbukum a’lemu bi men huve ehda sebila*
Dünya’nın yaklaşık 13.7 milyar yıl önce Bing Bang adı verilen bir olayla meydana geldiği, bilim çevrelerince geniş ölçüde kabul görmüştür. İlk defa 1920’lerde Rus kozmolog ve matematikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı fizikçi Georges Lemaitre tarafından ortaya atılan bu teoriye göre: Evren hala genişlemeye devam etmekte, galaksiler sürekli olarak birbirinden uzaklaşmaktadır.
Bir canlı türü olan insan ise günümüzden yaklaşık 1 milyon yıl önce dünyaya gelmiştir. Allah, insanı kiremit gibi pişmiş bir çamurdan yarattı.(Rahman’14). İlk insanlar yaşamını basit bir şekilde sürdürüyordu. Evleri iki kayanın arasındaki mağaralar, yemekleri ise ağaçtan düşen meyvelerdi. Lakin yaratılmış olan bütün canlılarda en gelişmiş olanı insandı.
Fizyolojik gereksinimlerinden dolayı karnını doyurması ve temel içgüdü ihtiyaçlarını gidermesi için daha fazla besine ihtiyaç duydu. İnsan düşünebilen bir canlı olarak diğer primatlardan ayrılır. İlk olarak ihtiyaçlarını gidermek için mağaralardan dışarı çıktı ve dünyayı gezmeye başladı, daha sonra küçük su hayvanlarını ve gücünün yettiği hayvanları avladı, daha sonra besin topladı ve tüketti. Çekirdeklerini toprağa düşürdü ve gördü. Biten bir üründen yeni bir ürün elde ettiğini gördü. Su verdikçe büyüyen, büyüdükçe meyve veren ağaçları, bitkileri keşfetti. Daha çok ürün elde etmek için daha çok suya ihtiyacı olduğunu anladı ve büyük su kütlelerinin yanına göç etti. Toprağı işledi ve toprağa can kattı. Emek verdiği toprağa zarar gelmesin diye dibinde uyumaya başladı. Evler inşa etmeye başladı. Büyük ve yırtıcı hayvanlar can verdiği toprağı talan etmesin diye kenarlarına set ördü.
Bu durum sonucunda özel mülkiyetti de keşfetmiş oldu. Daha sonra her yere hakim olma düşüncesi girdi aklına. Bir karış fazla toprak için bir damla kanı mübah kıldı. Daha çok ürün elde ettikçe daha çok hırslandı. Devletler kuruldu ve yıkıldı. Bir devlet, diğer devletin toprağına göz dikti. El koymak, sahiplenmek istedikçe savaşlar meydana geldi. Savaştı ve kazandı. Daha çok, daha geniş işledi toprağı insanoğlu. Nitekim demiri keşfetti. Demiri işledi ve kılıç yaptı kan akıttı, saban yapıp öküze bağladı daha hızlı hareket etti. Ama gene de doymadı insanoğlu. Daha fazla ürün elde etmeye başladı. Ve artık hepsini tek başına tüketemeyeceğini anladı. Değiş-tokuş denilen kavramı buldu. Zamanla ticareti bulmaya meyil etti. Çok geçmeden ticareti de bulmuştu insanlar. Birkaç asır sonra para denilen illeti keşfetti. Toprağı daha çok ekti, daha çok ürün elde etti. Aşırı para kazanma hırsı bürümüştü insan benliğini.
Bunun için daha fazla toprağa sahip olmaya başladı. Topraklarını genişletti, evlerini büyüttü, köyler gittikçe kentleşiyordu. Dünya hızlı bir şekilde gelişiyordu. Ama insanlar gittikçe fıtrattan uzaklaşıyordu. Büyük devasa mega kentler inşa etti insanoğlu halbuki unutmuştu iki kayanın arasındaki mağaradan geldiğini. Daha fazla toprak istedi ve ağaçları kesmeye başladı halbuki unutmuştu ağaçtan meyve topladığını. Zaman geçtikçe özünü unuttu insanoğlu. Para kazanmayı, zengin olmayı her şeyden üstün tuttu. Zaman ilerledikçe camideki cemaat sayısı azalmaya başladı, diz çöküp önünde oturduğu rahleler kaybolmaya başladı, Kur’anların üsttü üflediğinde gitmeyecek şekilde toz tutmaya başladı. Ama bunların hiç birini fark etmedi insan. Gözlerini sadece para kazanma, daha çok para kazanma hırsı bürümüştü. Topraktan gelen insan, topraktan elde ettiği ürünün getirdiği paraya tapmaya başladı. Mutluluğun Allah’tan değil de paradan geldiğini, zenginlikten geldiğine inandı.
Tek mutluluğun ise para saymak olduğunu gördü. Hakim olduğu topraklara baktığı zaman göremediğini anladı ve tek başına işleyemeyeceğini düşündü. Artık insan emeğine başvurma zamanı gelmişti. Çok para kazandığı topraktan az para ile insanları kullanmaya başladı. Toprak ağalığı meydana çıktı. Kölelik baş göstermeye başlamıştı. Büyük balık küçük balığı yutardı bu hep böyle olmuştu. Zengin her zaman fakirin lokmasına göz diktiği gibi emeğine ve gücüne de göz dikmişti. Tek gayesi Allah’ın takdirini kazanmak değil de para kazanmak olduğuna kanaat gerdi insan. Tüm insanların gözlerinde at kelepseri vardı sanki. Ne için var olduğu fıtratını çoktan unutmuştu bile.
Zengin insanlar, fakirlerin tüm duygularını aşağılıyordu. Kalplerinde gram merhamet duygusu yokken, tonlarca ağırlıkta gaddarlık vardı. İnsan emeği sömürülüyordu ve kimse bunun farkında bile değildi. Zamanla sosyal sınıf kavramı ortaya çıktı. Zengin hep zengin, fakir ise hep fakirdi. Bu milyon yıldır değişmeyen tek kaide olarak kaldı. İnsanoğlu zaman geçtikçe benliğini kaybetti. Monoton bir yaşama sürüklendi. Gecesini gündüzünü para kazanmaya adadı. Mutluğu sadece bir evden ve arabadan, lüks bir yaşamdan geldiğine inandı. Aile bağları gün geçtikçe zayıflıyordu. Çünkü insanlar vaktinin çoğunu para kazanmak için harcıyordu. Bu dünyayı sadece para kazanmaktan ibaret olduğunu zannediyordu.
Bir evin içinde kimse kimseyi göremez oldu. Bir günün yarısından çoğu para kazanmak için savaşmakta diğer kısmını uyumakta geçiriyordu. Aile dediğimiz müessese zaman geçtikçe yol olmaya başlamıştı. Var olan her şeyimizi bir bir yok ediyordu bu para savaşı. Dinimizi, dilimizi, kültürümüzü hatta varoluşumuzu bile yok ediyordu. Adeta kör etmişti gözlerimizi bu hırs, bu azim, bu kahrolası illet.
Sonuç olarak; topraktan gelen insanoğlu zamanla toprağın bereketli bir para madeni olduğunu keşfetti. Toprağa can kattı, gönül verdi. Tohumlar ekti, suladı ve ürünler elde etti. Zamanla daha çok ekim yapmaya başladıkça daha çok ürün elde ettiğini anladı ve artık ürün ortaya çıktı. Geriye kalan artık ürünleri ilk başta değiş-tokuş daha sonra ticaret dediğimiz alım satım ile elinden çıkardı. Çok zaman geçmeden parayı keşfetti.
Fazla para kazanma hırsı bürüdü bir anda zihinleri. Unuttu insanoğlu geldiği yeri, unuttu bu dünyada ne için yaşadığını, neye meftun olduğunu unutmuştu. Ne için yaşadığını ve ne için savaşması gerektiğini bir hatırlayamadı. Zengin olmayı, lüks ve şatafatlı bir yaşamı her şeyin üstünde tuttu. Tek gayesinin para kazanmak olduğunu düşündü ve sadece para savaştı. Kendi çizdiği sınırları içinde kendi kendini öldürmeye başladı insanoğlu. Bir karış topraktan gelen insan bir karış toprak için kan akıttı. Topraktan gelen insan hiç şüphesiz tekrar toprağa dönecekti. Ama bunu unuttu. Cennetti ve Cehennemi unuttu. Haramı ve sevabı çıkardı aklından. Asıl mukadderat ise hiç şüphesiz var olduğu fıtrattan ayrılması oldu.
Her geçen gün aslını kaybetti insanoğlu. Kalplerinden Rahman duygusunu azalttı yerine fazlası ile gaddarlık doldurdu. kör ve sağır insanlık türedi gün geçtikçe. İnsanlığını her geçen gün kaybetti. Her geçen saniye bir adım daha uzaklaşıyorduk fıtrattan. Bir adım kalmıştı oysaki tekrar toprağa dönmeye.
*İsa Suresi 84. Ayet