Adamın mükemmel bir fiziği yoktu, muhteşem bir gülüşü veya olağanüstü herhangi bir özelliği… Yalnızca, yalın haliyle kadını sevmiş ve ona “kendisi gibi olmasını” öğütlemiştı. İçinde hâlâ yaşattığı çocuğu görmüş ve onun saçlarını okşamıştı. Bu nedenleydi ki aslında kadın değil, içindeki kız çocuğu istiyordu adamın gelmesini. Gelip hep yanında kalarak; ona şarkılar söylemesini, saçlarını okşamasını, kelimelerini düzeltmesini, sohbet etmesini, şımartmasını istiyordu adamın bu küçük kız. Bu nedenle âşıktı kadın adama, bu nedenle sevmişti onu, içindeki kız çocuğu ölmek üzereyken ona yeniden yaşam verdiği için… Adam kadının herhangi bir adamda aradığı bütün özelliklerin can bulmuş hâli gibiydi. Cân-ı gönlünden kopan parçalar bütündüydü. Sevgi pıtırcığı olmuştu kadın. Komşularına, arkadaşlarına, tanıdıklarına gidip onu anlatıyordu. Anlatmak istiyordu herkese onu ve onsuz yaşamın nasıl saman misali cansız, tatsız, tuzsuz olduğunu, onunla nasıl renklendiğini, nasıl ışıldadığını.
Adam Kadın için ayrandaki tuz gibiydi, yemekteki salça gibi, sağanak yağmur yağdıktan sonra açan güneş gibi, suya daldıktan bir süre sonra yüzeye çıkıp nefes almak gibiydi. Onunla karşılaşmasına bir isim koyamıyor yalnızca “yüzyıllarca birbirini aramış iki ruhun kavuşması” olarak adlandırıyordu.