Keş Köyü’nde yaşayan, askerlik çağına gelmiş, babası o küçükken şehit olmuş Turgut adında bir genç varmış. Bu genç askerlik çağının gerektiren her özelliğe sahipmiş: Cömertmiş, cesur-muş, vatanını pek severmiş… Fakat Turgut sadece köy halkı tarafından kesinleşmiş bir kuralı yapamıyormuş. Bu kuralda şuymuş: Askerlik çağına gelmiş her genç göz kırpmayı bilmelidir. Bu kural Keş Köyü’nün dışında yaşayan insanlara çok saçma ve gereksiz gelirmiş ama Keş Köyü’nde bu kurala sadık olmayanlar kınanır, hor görünür ve alay edilirmiş. Bizim oğlan çok korkarmış. Fakat ona dayanma gücünü annesi Sultan Hatun verirmiş.
Askere gitme günü gelmiş, çatmış. Hem mutlu hem de utangaçmış. Yanından geçen herkes ona: “Ha-ha-ha!.. Şuna da bakın! Daha göz kırpmasını bile bilmiyor!” dermiş. Bizim Turgut korkar olmuş. Ama önemli olan göz kırpmak değil, askerlik görevini yerine getirmekmiş ya sonuçta.
Tüm askerler -Turgut’ta dahil- önceden belirlenmiş olan taşlık bir alana gideceklermiş. Turgut anasına sanki bir daha hiç bırakmayacakmış gibi sarılmış. Annesi Sultan Hatun:
-Oğul, birinin dediği lafa göre hareket etme, tamam mı? Demiş.
-Anam! Sen düşünme bunları. Sen, sen kendine iyi bak! Seni çok özleyeceğim…
-Merak etme Turgut, oğlum. Zaten Semiha sağ olsun bakacak bana ya.
-Yine de gözüm arkada kalacak…
-Kalmasın, sen baban gibi vatanını sev. Vatan aşkı için savaş, gerekirse canını vermeye razı ol!
-Hakkını helal et!
-Helal olsun, yavrum.
Hüzünlü bir vedadan sonra Turgut önceden belirlenen yerin yolunu tutmuş. Uzun bir yürüyüşten sonra varmış. Alnında akan terleri, cebindeki mendil ile silmiş. Ve babasından kalan eski cep saatine bakmış, gülümsemiş. O saat onun için mirastan öte, bir hazineymiş.
Diğer askerlerin yanına gitmiş. Turgut onlara gülümserken, diğerleri gülmeden duramıyormuş. Turgut artık sinirlenmeye başlamış. Ve:
-Neden gülüyorsunuz? Ya da gülünecek bir şey varda ben mi bilmiyorum? Demiş.
İçlerinden biri Turgut’a karşılık olarak:
-Aslanım, sen böyle her şeye alınırsan, burada tutmazlar seni! Diye göz dağı vermiş.
Turgut’ta bir kenara çekilivermiş.
Sonunda binecekleri otobüs gelince, Turgut binmek için oturduğu taşın üzerinden kalkmış, binmiş otobüse. Otobüste sadece bir kişilik boş alan varmış. O da Turgut’un yanındaki kol-tukmuş. Onun yanına kimse gelmemiş.
Uzun bir yolculuktan sonra Turgut ve diğer bütün askerler otobüsten inmişler. Tüm askerler kalacakları odalara dağılmışlar. Bir odada 15 kişi varmış. Turgut en köşede olan, gri renkli, demir başlıklı bir yatakta yapacakmış. Her yatağın bir numarası varmış. Turgut’un ki 6 numaraymış. Daha sonra asker ocağında ilk gün izinli ilan edilmiş. Tabii bulundukları bölgenin dışına çıkmak yokmuş.
…
Bir hafta sonra asıl eğitimler başlamış. Şınav, mekik, koşmak dışında sıra silah tutmaya gelmiş. Bütün askerler gözlerini kırparak nişan almış, bizim Turgut ise gözünü yarı kapatabilmiş. Ama yine de tüm şişeleri o vurmuş. Diğer askerlerin ağzı açık kalmış ama onlar Turgut’a “sadece şansın yaver gitti” demişler. Turgut onlara aldırmamış.
…
Bir ay sonra Turgut asker ocağında “En İyi Nişancı Asker” lakabını almış. Onu kıskananlarda olmuş, ona hayran olanlarda…Turgut gün geçtikçe kendini geliştiriyor ve hayranları artıyor-muş. Bunun yanında babası gibi gerçek bir asker olma dileği de onu heyacanlandırıyormuş.
Bir gün bütün askerler yemekhanede yemek yerken birden içeriye dalan, nefes nefese kalmış birini görmüşler. Gelen askerlere:
-Düşman birlikleri saldırıya geçmiş! Düşman birlikleri saldırıya geçmiş! Komutanlar gönüllü askerleri bekliyorlar. Gelen gelsin, acele edin! Hadi!
Turgut hemen atılmış:
-Neredeler?
-Gönüllüleri getirmeye geldim, ben takip edin ve acele edin!
Turgut hemen kalkmış oturduğu yerden, arkasına bakmış. Ama herkes başını öne eğmiş, Turgut’a bakamıyormuş.
-Hey! Hadi, bu kadar korkak olmayın! Vatan için savaşmaya gideceğiz, hadi! Demiş Turgut.
-Ben yeni baba oldum, gelemem! Demiş bir asker.
-Ben yeni evlendim, ben de gelemem! Demiş bir diğeri.
-Anlaşıldı, sizden gönüllü asker olmayacak… Peki, Allah’a emanet olun! Demiş Turgut.
Daha sonra yanlarına gelen adam ile düşman saldırı alanına gitmişler. Çatışma öyle böyle değilmiş. Komutan Turgut’un yanına gelmiş ve:
-Sadece sen misin, en iyi nişancı asker?
-Tek olduğuma bakmayın, komutanım. El ele, sırt sırta verirsek düşmanları yeneriz.
-Aferin sana, oğlum. Hadi!
Askerler -asker ocağının dışındakiler- saldırıya geçti. Turgut bir dakikada on düşmanı etkisiz hale getirdi. Tam otuz düşman vardı. Turgut beş düşman daha vurdu. Ama bir tane kurşun Turgut’un kalbinin hemen yanına denk geldi. Turgut yere yığıldı, bir daha kalkamadı. Komu-tan yanına geldi Turgut’un:
-Hayır, hayır! Kalk, kalk hadi! Zamanı değil, ölemezsin, kalk!
Turgut gözlerini zar zor açarak:
-Komutanım benim babam şehittir. O, o da vatanı için canını verdi. Ben vatanım için elimden gelenin fazlasını yaptım. Hakkınızı helal edin, komutanım! Asker ocağındaki askerlere söyleyin. O göz kırpamayan, gururlu bir askerdi deyin, olur mu? Canım feda vatanıma, canım feda!
-Hayır, oğlum. Senin arkanda bir anan var. Onun için dayan, onun için!
-Anamı son kez göremedim. Ona iyi bakın olur mu? Onu yalnız bırakmayın. Keş Köyü’ndekilere söyleyin, iyi baksınlar anama, siz de komutanım, sizde.
Dedikten sonra Turgut gözlerini kapatmış ve bir daha açamamış.
Turgut’un ölüm haberi kısa sürede anasına ulaşmış. Anasının yüreği yanmış. Oğlu da, eşi de şehit olmuştu. O hem şehit anası, hem de şehit eşiymiş.
O günden sonra Turgut akıllarda, gönüllerde hep “Göz Kırpamayan, Gururlu Asker” lakabıyla kalmış. O vatanı için her şeyi unutan gönüllü bir askerdi…
Yaren Demiroğlu