Karmaşık haller içerisinde kendimizi bulduğumuz anda, bir şeylerin sonucuna yakın olduğumuzun anlamını taşıyan bir nitelik söz konusu olma ihtimali epeyce yüksektir. Fakat bunu doğrulayan delilerin olması gerekiyor. Bunlardan bir tanesi ise insanın kendini tanıma fırsatı. Tanıma fırsatını belkide yaptığımız en büyük aldanmalardan bir tanesidir. Çünkü bu fırsatı bir başkalarına değil de ilk önce kendimize sunmalıyız. Elbette şunu düşünüyor olacağız bi insan nasıl olurda tanımaz,tanıyamaz kendini tüm bu çıkarımları doğrulayan kanıtlar: nasıl ki her bireyin parmak izleri farklı ise düşüncenin hazdan kaçındığı noktada tüm bileşenlerin kendi infazını hazırlayan türevler üretmesi gibi, bazen bu sırasıyla uzun uzun hamlerler veyahut bi kaç hamleyle şahmat olması gibidir. O halde doğayı hayal edin bütün gürültülerden uzak, kendi gürültünüzden bile uzak bir doğayı; bir sabah vakti kumru kuşunun nağmeleri kulağınızda, o ezgiler biseyler anlatıyor olmalı ama hiç kimseye değil sadece doğaya yani kendisine, değil midir topraktan var olan insan. ruhunuzun derinliklerine inmenize müsade edin fırsat verin kulağınızda o kuşların nağmeleriyle ezgileriyle doğayla iç içe başbaşa o mis gibi kokan defne, çiğdem lale,lavanta vede papatyanın kokusunun
hazzını yaşayın. Ruhunuzu ait olduğu yere teslim etmeyi öğrenin, deneyin ve sonra yalnız mıyım? Sorusunu yöneltin kendinize, Elbete hayır cevabını bulmak zor olmayacaktır. Çünkü yalnız olmak tek başına kalmak değildir, yalnızlık: bütün düşünceleri o an kafanda atmak hiç kimseyi düşünmemek hiç bişeyin umrunuzda olmadığını sadece ruhunuzun derinliğinde huzur ile el ele tutuşunuzun mutluluğu içeresinde olmaktır, yalnızlık.