Harry Potter serisini hepimizin okuyup izlediğini düşünüyorum.
Okumasak veya izlemesek bile, duymuşuzdur.
Şahsen ben, okumadan önce bu seriden nefret ederdim.
Şimdi izninizle, hep beraber bu büyülü dünyayı biraz inceleyelim.
*Dikkat,spoiler içerebilir.*
Harry Potter,genç yaşta hem annesini hem babasını,gelmiş geçmiş en kötü Lord tarafından kaybetmiştir. Kendisine Lord Voldemort diyen bu şahıs, kendine mürit eklemek için çabalamaktadır.Her kim ona karşı gelirse veya onun tarafından çekilmek isterse, Avada Kedevra Laneti (Ölümcül Lanet) uygular. Tıpkı Harry’nin anne babası Lily ve James gibi. James ailesini korumak ister ama Voldemort’un karşısında asasız bir şekilde durduğu için, ailesini koruyamadan ölür. Lily ise çocuğunu korumak için Voldemort’a karşı gelir ve bu sevgi bağından dolayı, Avada Kedavra Laneti Harry’e işlemeyip Voldemort’a gelir. Fakat Lord Voldemort, kendisine çarpan büyüden kurtulmayı tam olarak başaramaz,artık kendine ait bir bedeni yoktur, o bir ruhtur. Neden ölmediğini ise 6. kitap olan Melez Prens’te öğreniyoruz.
Yaklaşık 11 yıl sonra geri dönen Voldemort, Hogwarts’a başlayan Harry’yi (Büyücülerin Ve Cadıların Gittiği Okul) bir nevi takip etmek amaçlı bir insanın bedenine girer.
Arkadaşları Ron ve Hermonie ile, ölümsüzlük veren bir taşı bulmaya çalışırlar. Tabi onlarla birlikte bir kişi -Yoksa 2 kişi mi demeliyim?- daha bu taşı arıyordur. Harry ve arkadaşları öğretmenlerinden birininin bu taşı çalıp Voldemort’a vereceğine emindir fakat işler böyle gitmez.
Fazla spoiler vermemek amaçlı, filmin genel konusundan bahsetmedim. Belli başlı kısımları bunlar.
Peki, neden Harry Potter bu kadar seviliyor?
- Biz Potterheadler olarak kendimize ait bir büyücülük dünyamız var.
- Sürekli olarak hayranlar için sevindirici haberler geliyor. (Bknz. Resimli kitap,Tiyatro oyunları,Dizi..)
- Harika fandomlar
Şimdi ise bu seriyi bir ‘blog’ tarzında eleştirelim.
Bu seri, o klişe kitaplardan değil açıkçası. Baş rollerden bir kızın dillere destan bir güzelliği,ikinci el kıyafet giyen kızıl saçlı bir çocuk,hep eziyet görmüş bir oğlanın hikayesini okuyoruz aslında. Disney filmi havası yok, karakterler karın kaslarıyla kızı kurtarmak yerine, bütün büyücülük evrenini kurtarıyorlar. Kişilerin karakteristik özellikleri mükemmel değil, tıpkı gerçek hayattan bizler gibi. Yazarın hayal gücü ile harmanlanmış bir seriyi okuyoruz aslında. Hem gerçek hayatta olabilecek türden olaylar, hem de asla yaşamayacağımız bir kurgu okuyoruz. Kitap okurken beni sıkmadı diyemem, eğer ilk kitabı okuyup sonra filmi izleseydim aynı etkiyi yaratmazdı diye düşünüyorum. Ben bir kitabı okumadan önce dizisi var ise diziyi, filmi varsa filmini izlerim. Çünkü kitapta anlatılan detayları anlamak her yiğidin harcı değildir. Neyse, gittim izledim Felsefe Taşını. O zamanlar küçüğüm tabi. Bana korkunç geldi bile diyebilirim. Neyse, aradan zaman geçti, kitaplar şimdi ki baskısını alınca dedim tekrardan şans vereyim. Filmi tekrar izledim, sonra gittim kitabını okudum. Açıkçası iyi ki de öyle yapmışım diyorum, çünkü seriyi böyle daha iyi anladım, ama biraz sıkıldım tabi. Düşünüyorum da, acaba ilk kitabı okusaydım, sıkıntıdan hiç okumaz mıydım?
Serinin 7 kitabı var, aslında çoğu kişiye göre 8 denilebilir. Çünkü son kitap olan Lanetli Çocuk (8. kitap) tiyatro metni şeklinde.
Mesela,
Ali, Ayşeye merhaba derken yüzünde bir gülümseme vardı. Sanırım ondan hoşlanıyordu. Demek yerine,
Ali: Merhaba Ayşe!
Ayşe: Merhaba Ali!
şeklinde yazılmış.
Bana göre her kitapta olaylar daha güzelleşiyor, ama benim favorim Azkaban Tutsağı.
Bu kitap serisini mutlaka okumalısınız bence.
Okuyun, okutturun.
İyi günler dilerim.