Hava bugün kapalıydı Gökyüzündeki kabarmış bulutların içerisinde kurşuni bir renk hüküm sürüyor, bu renk yeryüzüne yansıyarak aydınlığı gölgeliyordu. Sonbahar artık bu eski ve yıpranmış şehre tamamiyle gelmişti.
Böyle kapalı bir günde, sabahın bu erken saatinde her hafta içi olduğu gibi sokağın sonundaki apartmanın kırmızı demir kapısı açıldı. Bu, yirmili yaşlarının başındaki bir genç kızdı. Her sabah asistanlığını yaptığı avukatın yanına çıkmak üzere yola koyulur, ilk evvel yolunun üzerindeki sahile uğrardı. Aslında sahile uğramak için birazcık da erken kalkardı.
Hep yaptığı gibi iri, tıpkı bir kavanoz bala benzeyen açık kahve gözlerini gökyüzünde gezdirdi. Bulutların rengi hiç içini açmasa bile şimdiye değin kaybetmediği neşesi yerindeydi. Soğuktan çatlamış dudaklarına minik bir tebessüm yerleştirdi ve ellerini lacivert, kaşe paltosunun ceplerine koyarak bu dar sokağın başına doğru yürümeye başladı.
Aniden esen uğultulu rüzgar onu ürpertirken iri bukleli kumral saçlarını da uçuşturmayı ihmal etmemişti. Kulakları üşümüştü, akşam kesin bu yüzden başı ağrıyacaktı. Evden çıkacağı sıra şapkasını takmadığına pişman oldu. Çok geçmeden yağmurun başlayacağı belliydi. Toprak şimdiden ıslanmış gibi kokmaya başlamıştı. Yüzünü buruşturdu bu kokuyu alınca. Çünkü biraz sonra bu koku, denizden gelen yosun kokusuna karışacak, kötü bir hal alacaktı. Bu iki kokuyu ayrı ayrı severdi. Birlikte çok katlanamıyordu. Yine de bu durum onu sahile uğrama düşüncesinden caydıramadı ve yaklaşık on dakikadır yürüdüğü dönemeçli yolun sonunda, son defa sağa dönüp kaldırım boyunca ilerledi.
Caddenin sağ ve solunu iki defa kontrol etti ve bir arabanın gelmediğine emin olunca karşıya hızlı adımlarla geçti. Her sabah yaşlı bir adamla oturup çeşitli sohbetler ettiği banka baktı, yaşlı adam yine oradaydı. Deri eldiven taktığı elini kaldırıp görmekten şeref duyduğu bu kumral kıza el salladı. O da gülümseyip aynını yaparken yanına yaklaşmıştı bile.
Feleğin çemberinden geçmiş bu yaşlı adam, henüz toy olarak gördüğü genç kıza birbirinden kıymetli öğütler verir, çoğu zaman hikayeler anlatır dururdu. İşte Leyla, en çok bu Hikayeleri dinlemekten keyif alırdı. Biraz sonra hala ismini bilmediği yaşlı adamın yanına oturdu. “Günaydın efendim.” dedi tiz sesiyle. “Günaydın küçük hanım.” diye karşılık verdi yaşlı adam. Birbirlerinin isimlerini öğrenmek hiç akıllarına gelmemişti, yalnızca yaşları tutmasada sohbet etmeyi seviyorlardı her sabah.
Leyla, karşısındaki yaşlı adamın beyaz saçlarındaki siyah kasketi, ellerindeki deri eldivenleri ve üzerindeki siyah paltosunu hayranlıkla süzdü. Paltosunun sol kısmındaki altın, aslan figürlü broşu ayrıca beğenmişti. “Bugün çok şıksınız efendim.” dedi hayranlıkla. Yaşlı adam hafifçe gülümsedi ve konuştu, “Teşekkürler küçük hanım.” Az sonra dalgaları dakikalar geçtikçe şiddetlenen denize döndüler ama Leyla, göğün denize düşen yansımasından korkup gözlerini yukarı çevirdi. Bulutlar iyice kararmış ve kabarmıştı. “Ne kadar da korkunç bir görüntü. Sanki gökyüzü yok olup gidecekmiş gibi.” Bunu daha çok kendi kendine söylemiş olsada yaşlı adam konuştu, “Anlaşılan gökyüzü mavi değilken siz de solgunlaşıyorsunuz küçük hanım.” Leyla, yaşlı adamın buz mavisi gözlerine baktı, “Belki de. Bilemiyorum efendim, bu görüntüye hiç alışkın değilim. Siz alışkın mısınız?” Yaşlı adam Leyla’nın sorusunu kafasını aşağı yukarı sallayarak cevapladı sadece.
“Ben gençken,”diye başladı adam uzun süreli bir suskunluktan sonra. “Yani sizin yaşlarınızdayken küçük hanım, bir savaş çıkmıştı. Ben komutanlardan biriydim. Bu savaş öylesine şiddetli bir savaştı ki, simsiyah dumanlar ve yerden kalkan tozlardan göz gözü görmüyordu.” Tüm dikkatini ona veren Leyla şaşkınlıkla kirpiklerini kırpıştırdı. Yaşlı adamın bu anlattıklarına oldukça şaşırmıştı. “Fakat böyle bir savaştan siz nasıl sağ çıkabildiniz efendim?” diye sordu merakla. “Bilmem.” diye yanıtladı yaşlı adam o günleri anımsayarak denize bakarken. Sonra devam etti, “Aslında bir savaş sırasında hiç kimse ne hissettiğini bilemez. İnanabiliyor musunuz küçük hanım, her zaman istediği olsun diye tutturan çocuklar bile ne istediğini bilemez. Ve herkesi korkutan da az evvel sizin korktuğunuz gibi gökyüzü olur. Kimse o toz dumandan oluşan karanlığın geçmeyeceğini sanır.” Duydukları karşısında neredeyse küçük dilini yutan Leyla, bir şey söyleyemedi.Bir savaşa şahit olmak isteyeceği en son şey bile olamazdı. Bir defa böyle bir şeyi düşünmek bile korkutmuştu onu. Leyla’nın karmakarışık olan gözlerine baktı ve gülümsedi. “Sevinmeli ki şimdi göğümüz sonbahar geldiğinden kapandı küçük hanım.”
Genç kız, şimdi daha çok saygı duyduğu bu adamı kafasıyla onaylayıp kalktı. Artık işine gitmesi gerekti, burada gereğinden fazla oyalanmıştı. “Gitmem gerek efendim, kendinize iyi bakınız.” Yaşlı adam kafasındaki kasketi çıkartıp hafifçe eğilerek karşısındaki genç kadını selamladı. “Güle güle küçük hanım.”
Leyla gülümseyip yaşlı adama sırtını döndü ve çalıştığı büronun yolunu tuttu. O yürürken yağmur başlasa da o sırada bir savaşı düşündüğünden yanına aldığı şemsiyesini açmayı unutmuştu. Leyla, baştan ayağa ıslanarak, daldığı düşünceler arasında yürüdüğü yolu adımlamaya devam etti.
****
Günün hangi saatinde okuyorsanız keyifli vakitler dilerim. Saygılarımla.