#epmaworld
Yöneticimin odasının kapısını açmış, bir elim kapı tokmağında, ayaküstü kim bilir ne anlatıyordum. Koca masif masanın arkasında, siyah deri koltuğunda tüm heybeti(!) ile oturuyordu; her zamanki gibi şık ve karizmatik… Ellerini koltuğun kolçaklarına dayamıştı ki bir gümbürtü koptu, ne olduğunu bile anlamadım; patronu göremedim bir an, gözüm karardı sandım…
Unutmuşum bu hadiseyi, hatırlamak için zihnimin tozlu kıvrımlarında dolandım bir süre. Onca hatıram var belleğimde uçuşan, “önce beni yaz” diye birbiriyle yarışan; mesajın ne ki diye benle bile didişen. Onları ittim ve bugün için uzun yıllar öncesinden, özlediklerimden birini seçtim:
Meğer gözümün kararması değilmiş göremeyişimin nedeni…
Deri koltuk kırılmış yahu, adamcağız yere yapışmış! Bir de baktım ki yerde debeleniyor, sözünü ettiğim süre çok değil, birkaç saniye, hatta salise… Şaşkınlıktan ayaklarım yere yapışmış, izliyorum öylece; önce dizlerinin üstüne devrilebildiğini gördüm, sonra masanın ayaklarına tutunup doğrulmaya çalıştı, başı masanın hizasında iken göz göze gelince bir kahkaha koptu ikimizden de, kırılan koltuğun sesinden çok bizim kahkahaya toplandı millet.
He yaa, gülünesi şeyler de oluyor bu hayatta!
Hatıralar arasında acıtanları, öğretenleri aşıp güldürenleri de bulmalı bazen…
not : Bu arada, özellikle karda-buzda düşenlere rastladığımızda sürdürdüğümüz bu ölçüsüz gülüşlerin ofis ortamında hoş kaçmadığını biliyorum. Bu istisnamı, meslekte acemiliğime ve rahmetli Gürbüz Orun Bey’in gerçek bir beyefendi olmasına borçluyum, ruhu şad olsun. Bir daha böyle bir kaza yaşamadım, yaşarsam da gülmem, zaten o kırık koltuğu niye fark etmedim diye sorumlu sayarım kendimi… (bir uyarı gelmeden yazayım dedim :)))